21 Ağustos 2012 Salı

absürd komedi

   Mrb cnm. Leyla ile Mecnun, İşler Güçler gibisinden güzide dizilere neden absürd komedi denildiğini anlamam, belkide mahremle namahremin karıştırılması gibi bir şey. Bence asıl absürd komedi Çocuklar Duymasın tarzı şeylerdir. Bilemedin aç haber izle...
   Malumun olimpiyatlar filan vardı, sonra bayram oldu ve bunları yazarken de bitiyor. Tüm bunlar olurken Suriyeydi, Şemdinliydi, terördü, oydu buydu falan da devam etmekte. Trafik kazalarını, aile facialarını, deprem gerçeklerini ve hatta utanmadan 150 yıldır devam ettirdiğimiz ilerici gerici muhabbetleri bile var. Trafik çilesi, siyasi davalar, henüz başlayan süper lig gerilimi ve hatta Akasya Durağını da bu keşmekeşe katalım. 
  Tüm bu saydıklarımın misliyle varlığından hemfikiriz herhalde. Bunların çoğunu ortalama bir medya kurumunun siyasi görüşünden geçip ekrana gelmesiyle öğrendiğimizi de kabul edelim. Komplo teorilerine de bi göz atmışızdır zaten. Kahvede yahut cafede de iki üç laf kulağımıza takılmıştır elbet. Twitter şövalyelerinin gazıyla kan vermeye filan da gitmissindir sen hatta.
   ... 
    Sahi tüm bunlar sadece bana mı katlanılması gereken şeylermiş gibi geliyor günlük? Tamam, ortalama bir amerikalı kadar salak olmamamız lazım ama gerçekleri gündelik şeylerin altına atıyoruz sanki (amerikalılar hakkında bildiklerim dedikodulardan ibaret, haklarını helal ederler inşallah). Gündelik şeyleri kafamızda ilkokuldan kalma çöplerin yanına yığmaya çalışıyoruz. Olmuyor haliyle. Bir hafta öncenin gazetesini okuyunca bile 'neler olup bitmiş allallahh' deyu balık hafızalılaşan halini farkediyorsun. 

-  Özet: hayat bir karikatürse nerde benim hunim? -

9 Ağustos 2012 Perşembe

tüm mesele lahmacunda: olmak ya da ne bileyim ben

  Değerli günlük; Necip Fazıl gibi çile çekmek istedim, içim gıdıklandı, güldüm. Cemil Meriç gibi vardiya gözcüsü olmak istedim, üşendim. Şeyh Şamil gibi savaşmak istedim, yemedi. Marks gibi kalabalıklara yön vermek istedim, sürüye kapıldım. Kemal Sunal gibi güldürmek istedim, fıkrasına gülünmeyen adam gibi kaldım. Mehmet Akif gibi delikanlı olmak istedim, kendim bile inanmadım. Baktım olmayacak sıradan biri olmak istedim, kendime bile tümör gibisinden bir çıkıntı gibi gözüktüm, olmadı.
   Neticede mala bağladım sayın günlük. Çay içip bir şeyler karalayan ne idüğü belirsiz biri oldum. Mutsuz da değilim mutlu da. Tüm bunlara rağmen belirsizliğin içinde de değilim. Rahatım ama huzurlu değilim. Arayış içindeyim herhalde. Arayış demişkene kebapçıyı lahmacun için arıyorum. Görüşmek dileğiyle...

2 Ağustos 2012 Perşembe

bir hastane anısı

  Değerli günlük; köpekler kıs kıs gülerken insanlar boş boş konuşuyor. İnsanlar sustuğunda ezanlar okunuyor ve köpekler boş boş havlıyor. Anlayacağın Ramazan ayındayız. Ama anlatmak istediğim konu bu değil.
   Bugün gözlerim bayağıdır kanlı olduğundan ve başı ağrıdığında sinirinden adam öldüren seri katil gibi bir hal aldığımdan bi doktora gideyim dedim. Göz doktorları tıp dünyasının beyin cerrahlarından sonra en karizmatik ve cool insanlarıdır. Fakat aldıkları aylık maaş beyin cerrahların günlük harçlıklarına tekabül ettiğinden halktan kopmamış insanlardır, severiz kendilerini. Hem bir dahiliyeciye oranla daha az hayattan bıkmış olmaları gittiğinize gideceğinize pişman olmadan şifamıza kavuşmayı sağlar.
    Herneyse ben uslu uslu sıramı beklerkene karşımdaki yerin psikiyatri muayene odası olduğunu farkettim. Kapısında doktor 'cumaya gittim döncem' gibisinden 'filanca doktor benim.bugün izin aldım bilgilerinize efendim' yazdırmış veya yazmış. Graffitti tarzı bir yazıydı hem de, ilginç tabii. İşte o sıralar yaşlı bir teyze bu kapının önünde dikilmeye başladı. Kıyafetleri olacak garabetler silsilesini haber veriyormuş zaten de ben o zaman farketmemişim. Sanki robdöşambır giyecekmiş ama yarı yolda vazgeçip örme hırkasını üstüne geçirmiş gibiydi.
   Neyse bu teyze kapıyı bir iki yoklayıp içeri girdi. Ve hiç kimsenin olmadığı odada birilerine dert anlatmaya başladı. Bu hal devam ederken benim sıram geldiğinden muayenemi olmaya yollandım. İşim biter bitmez merakın vermiş olduğu aptallık ile psikiyatri odasının kapısını araladım ve içeri bir iki adım attım -neden attıysam artık.-. Az sonra hastabakıcı olduğunu tahmin ettiğim bir abla içeri geldi ve teyzeyi bulmuş olmanın rahatlığıyla ciğerlerindeki nefesi bi çırpıda bırakırken orda olmamın garabetini sorgulamadan, sanki yıların delisi olduğum gözlerimden okunuyormuş gibi bana döndü ve benimle kimin ilgilendiğini sordu.
   Tabii bünye fatal error verdip mavi ekrana bağladığından kendimi ifade edemeyip erkekler tuveletine doğru ufak ufak kaçmak durumunda kaldım.
    İşte böyle sayın günlük. Kıssadan hissesine gelirsem merak insanı deli ediyür...

  Bu arada sokak sanatının el kol hareketi çekmekten daha iyi metodları olduğu müziğe başvurarak ifade etmem lazım buyrun.


   

29 Temmuz 2012 Pazar

haberler

   Değerli günlük; normalde haberleri izlemem. Olan kötü şeyleri, araştırmadan bilmeden olabildiğinde taraflı bir şekilde bize bir fotoğraf karesi olarak sunarlar. Zaten haber programlarının en esaslı iki işlevi toplumu olumsuz haberlerle paranoyak hale getirmek ve gerektiğinde gaz almak değil midir sayın günlük. 
   Herneyse iftar sonrası açık kalan televizyodan bir haber duydum ve haliyle buhranlara gark oldum. Şimdi sevgili bakanımız belki de hüsnü niyetle sınır kapısını teftişe gidiyor. Olması gereken bir şey, normaldir. Memurun birinin odasına basın mensuplarıyla paldır küldür dalıyor. Ve, o da ne, adam bilgisayardan oyun oynuyor! Tabi bakanımız göbeğinin elverdiği ölçüde adamı azarlıyor. Adamcağız o esnada boynunda olmayan kravatı sıklaştırmaya çalışıp bir yandan da porno izleyen ergen heyecanıyla bilgisayarına müdahale etmeye çalışıyor.


    Soru şu: sayın bakan ve basın mensupları belki de dünyanın en sakin sınır kapısında; odasına girdiğinde o memurun harıl harıl evraklara gömüleceğini filan mı düşünüyorlardı? Adamdan beklentileri neyse artık... İşin kötü tarafı basının -ki TRT den filan bahsediyoruz- bunu kötü bir şey olarak sunması ve adamın zaten küçük ve muhtemelen herkesin tanındığı bir şehirde ailesi ve tanıdıklarına rağmen imajının zedelenmesi. Solitaire oynamayan memur mu olur hem.
     Hırsızın hiç mi suçu yok dersen sayın günlük ben sana asıl hırsızlardan bahsedeyim. Madem bakanlar habersiz teftiş yapacaklar herhangi bir kışlaya ansızın gidip erlerle beraber yemek yesinler. Dibini de sünnetlesinler hatta. Veya maaşı on bin lirayı geçen müsteşarların filan odasına paldır küldür dalıp bilgisayarlarının ekranına baksınlar. Muhakkak ki onlar Solitaireden daha kaliteli oyunlar oynuyordur. Beraberce angry birds oynasınlar filan yani. Mesela Hatay'da polisleri dizen milletvekilinin odasını ziyaret etsinler o polislerle. O iğrençliğe sebep olan savcının tam olarak mesaisinde neler yaptığına bir baksınlar. Güneydoğuda askerleri şehit olurken paşalarının mayın tarlasında kaç puan yaptıklarına da bir göz gezdirsinler.
   
    Herneyse sayın günlük. Küfürsüz yazı yazabilmek zorlaşıyor onun için onsekiz yaş üstü bir blog açma fikrindeyim. Hayırlısı... 

26 Temmuz 2012 Perşembe

cacıktan bir anı

    Değerli günlük; sana neden değerli hitabında bulunduğumu buldum. Değerli diye bir köpek vardı çizgi filmde. Hah işte, neyse...
    Kolejde okurkene -nayır ted koleji değil, devlet koleji- her yatılı okul öğrencisi gibi yorum yapabilme yeteneğimizi yemekler ve yemekhane üzerine atıp tutarak kazanmıştık. Yemekteyiz programının v for vandetta neviinden isyankar tabanlı olanını düşün, onun gibi eleştirirdik. Neden mi? Küçük yaşta ev yemeğinden, anne sütünden kesilir gibi kesildiğimiz ve yabancı dünyanın nahoş tadlarına zoraki gurme olmak durumunda kaldığımızdan.
   İlkin yemekhanedeki aşçılar bamyayı görünce ekşiyen yüzümüzden alınıyorlardı. Sonraları onlar da hak verip okul idaresini suçlamaya başlamışlardı. 'Onlar listeyi veriyorlar biz de yapıyoruz' diye sıyrılmaya çalışıyorlardı. Herneyse.
   Okula vali, garnizon komutanı filan zevat gelince -zevat: malum bürokratları ifade maksatlı çok aşşağılayıcı bir tonda üstlerimizden duyduğumuz kelime- yemek o günlük güzel çıkardı. Dolayısıyla devlet büyüklerimize saygımız sonzuzdu.
    Yine vakitlerden bir vakit şehrin valisinin okula geldiğini duyduk. Son dersten çıkarken zaten aç ve bitap halde bulunuyorduk. Haliyle yemekhaneyi zor getirdik yüksek beklentilerle. Bir de baktık ki kuru fasülye-pilav ikilisi cacığın yanından sırıtıyor Değerli denen köpeğinki gibi. Meğerse vali yemeğe davet edildiğinde kuru-pilavı çok sevdiğini ağzından hunharca kaçırmış imiş.
    Yanlış olmasın kuru fasülyeyi severdik, saygı duyduğumuz bir yemekti -pırasaya nazaran- amma bir kızartma efendim bir döner. bir baklava da değildi beklendilerimizin aksine.
     Bizim okul mesaj kaygılı bir kurum olduğu için ''hayatta beklentilerin yüksek olmasın yiğen''i bu şekilde yaşamımıza sokmuştu. Ondan sonra okulda her pazartesileri kuru fasülye pilav çıkar olmuştu o günü yad etmek babında.
     Neyse günlük, sevgiler...

25 Temmuz 2012 Çarşamba

diktatörlük hevesleri

   Sevgili günlük; diktatör olsam ve elimde şekillendirmelik bir ülke ve halk olsa neler yapabileceğimi yazıyorum.

  - Herkese zorunlu olarak braveheart, kingdom of heavens filan izletirmek, beğenmedim diyenleri devlet memurluğuna almamak.


- Yabancı pop müziği devlet kontrolünde dinletirmek. Dinleyenleri mimlemek, tavuk çiftliklerinde tavukların tüylerini yolmayla ömürlerini çürütmek. Zira bir Demet Akalın bir Doğuş kolay mı yetişiyor, onu dinlesinler.
ahlaka mugayir,esprili ve hayata karşı bir duruşu var.bi rihannadan neyi eksik?


-Erol Büyükburç'un saksı olmadığının kanıtlaması için İsviçreli bilim adamı istihdam etmek.

- Takım formalarının üstüne 'Fanatizm size ve ailenize zarar verir' ya da 'Fanatizm spermlere zarar vererek can yakar' tarzı şeyler yazdırmak.


-Devlet memuriyetinin alabros tarzı saç kesimini yasaklamak yerine zamanının Galatasaray futbolcusu Jo tipi saçı zorunlu hale getirmek. Kellik durumlarındaysa, her kel memur için kelliğe çare bulamayan bir bilim adamını toplama kamplarına atmak.
jo


- Savaş uçaklarından atılan bombaların üstüne 'Bu da size kapak olsun' yazdırmak.


-coca colayı işte ne bileyim pepsiyi yasaklamak, Le cola olmadı yeni nesil kristal kolaya yönlendirmek. Yasağa uymayanları üç gün aç susuz bırakıp sonunda 6 litre ılık kola içme cezasına çarptırmak.


-Greenpeace tarzı örgütlere çevre yapmak amaçlı girmiş dikili bir dalı bile olmayan gençlere zorla ermenice öğretip, ermeni gençliğini mahvetmeleri üzere casus olarak yollamak.

- 'Fala inanma falsız da kalma' repliğini kullanan tüm dizi ve film kahramanlarını Somali korsanlarına kürek mahkumu olarak hediye etmek.

-Çocuğuna garip garip isimler veren -isimleri açıklayıp rencide etmek istemiyorum- ailelere zorla moğolca öğretilip Çorum yakınlarına bir moğol mahallesi kurularak halktan tecrit edilmelerini sağlamak.

-Sokakta sürtmekteyken aynı zamanda vatan kurtaran devrimcilere öncelikle okuma yazma öğretip sonra zorunlu olarak -en azından- komunist manifestoyu okutmak. Okumayı beceremeyenleri sibiryaya sürmek.

-Temel amacı toplanıp adam dövmek olan, pek dindar ve vatan aşkıyla dolu olduklarından biradan ağır içki içmeyen ülkücüleri Rio karnavalına gözü bağlı şekilde katılmalarını sağlamak ve nefslerine verdikleri değeri azıcık insanlara da vermeleri için ülke çapında dua etmek.
rio karnavalının en muhafazakar görüntüsünü yayınlıyorum.
-Zırt pırt aşık olup çevre kirliliğine yol açan ünlüleri ve hatta sıradan insanları bir stada sokup çevik kuvvet ekiplerince gülme gazına maruz bırakmak. Duyguları hala ölmemişse çelik joplarla çenelerinin ve ellerinin kırılması.

-Modern ergen edebiyatının Elif Şafak gibisinden üyelerini sahra çölüne atıp canlı çıkarlarsa gerçek hislerle yazdıkları bir iki satırı okumak.

-Haber sunarken bile 'az sonra' diyerekten reklam yapan medya kuruluşlarına renkli yayın yasağı ve saat on ikiden sonra kanalı İstiklal Marşı ile kapatma cezası.

-Reklamında 'tarafsız haber' geçen tüm kanalların yöneticilerinin ağzına noter huzurunda levye ile vurulması.

-Cicişler tarzı suni gübremsi insanları Atatürk Orman Çiftliğindeki hayvanat bahçesinde sergilemek.

-Laik bir yönetim olacağından her insanın akşam yatmadan önce kamera karşısında 'bugün Cyrano başkan için ne yaptın?' sorusunu yanıtlamalarını sağlamak.

21 Haziran 2012 Perşembe

o korkunç tedirginlik

   Değerli günlük; sıradaki şarkı benden serdar ortaç'a gelsin: http://www.youtube.com/watch?v=F1joremddOk&feature=related . Yaza damgasını vuracak bir olayın eşiğindeyim sayın günlük onun tedirginliğini yaşıyorum. Tedirgin olduğum, ufak bir kötü gitme ihtimalini göz ardı etmediğim aşağı yukarı her şey kötü gitti. Murphy'e selamlarımı ve saygılarımı sunarım.
    Her şey çok iyi giderken böyle içim sıkılırsa, kızgın yağlara atılmışım gibi yerimde duramamaya başlarsam anlarım ki ufaktan kıyametler kopacak, dünyada verebileceğim en çok değeri verdiğim 'rahat'ım kacacak demektir. Bu rahatım o denli kıymetlidir ki günümüz savaş teknolojisi bana 1200 lerde verilse dünyayı fethe filan kalkışmak yerine kendime korunaklı bir yer yapıp o teknolojiyle film filan çektirir aksiyon filmi ihtiyacımı karşılardım.
    Bu rahat kaçması durumlarını önceden tahmin etme yeteneğimi ilk olarak  okulun ilk gününde pek kıymetli sınıf öğretmenimiz konuşurken farkettim. Her şey güzel başlamıştı aslında. Okul önlüğü filan iğrenç şeyler olsalar da her gün aynı kıyafetle sonsuza kadar yaşayabilme eğilimime uygundu. İlk olarak okulun kantinine uğrayıp yoklayaraktan seçerekten cips almıştım ve içinden haliyle bedava çıkmıştı. Bedava cipsten de bedava çıkmıştı hatta. Okul öncesi o kadar iyiydi yani...
   Sonra sınıfa aldılar bizi. Elli kişilik, bir sıraya üç kişinin oturduğu sınıfımda tanımadığım ve tanımak isteyip istemediğimden emin olmadığım çocuklarla ilk şok dalgasına hazırlanmaya başladık. Zeliha hoca ile böylece karşılaşmış olduk. Gerçi 'hoca' yanlış oldu 'öörtmenim' daha doğru daha yerinde bir tabir olacak. İlkokul sonuçta.
     İyi birine benziyordu, öyleydi de ve ben hala mutluydum. Taa ki öörtmenimin 'Eveeet şimdilik bu kadar yeter, zaten çok vaktimiz olacak. Bundan sonra beşinci sınıfa kadar birlikteyiz' demesine kadar. Kimse bana bunun beş sene süreceğinden bahsetmemişti, ya da belki ben anlamamıştım.
     Bu bilgi zavallı bünyeme fazla gelmişti ve eve nasıl ulaştığımı ya da ağlayıp ağlamadığımı hatırlamıyorum. Annem ağlamadığımı söyledi ama ağlasam yerinde bir tepki olurdu. Sonradan üniversiteye kadar olan süreci öğrenince tedirginlikte ne kadar haklı olduğum ortaya çıkmıştı. O günden beridir sezgilerim şairleri kıskandırırcasına açıldı ve tabiri caizse köpekler gibi tehlike kokusu alabiliyorum. 'Tehlikenin farkında mısınız?' ayrıca.
    İşin kötüsü de sayın günlük; başıma gelecekleri görmeme rağmen her ortalama salak gibi o işleri yapmak zorunda hissetmem belki de zorunda  olmam. Ve bugün tedirginim, hem de ağır tedirginim. Ergen oğlu sevgilisinden ayrılmış modern babanınki kadar bedbaht bir tedirginlik. Sınıf maçında kendi kalesine gol atıp dayak yiyeceğini bilen sümüklü ilkokul çocuğununki gibisinden ve hatta  fenerbahçelilere sahte şampiyonluk müjdesi veren adamın yakalanma korkusu neviinden bir şey.
   Yine bu kadar tedirgin olduğum bir günün ertesinde rusya gürcistana girmişti. Yani sonucunda sadece ben zarar görmeyebiliyorum. Artık üçüncü dünya harbi mi çıkar yoksa dünyadaki tüm pop şarkıcıları birleşip tüm televizyon kanallarını mı satın alıp kral tv - flash tv karışımı bir şey mi yapar bilemem ama bir felakete hazır ol sayın günlük. Görüşürüz, yani inşallah. Hakkını helal et.

18 Haziran 2012 Pazartesi

muhayyel ülke

  Değerli günlük; herkes ilerdeki sevgilisinin hayalini kurarken çıkıntılık yapmak adına ben de hayalimdeki ülkeyi kurguladım.
   Ülkemde herkes güler yüzlü, mutlu filan olmayacak; aksine cümle ahali atarlı olmalı. Sırtını devlete dayamak zulüm addedilecek. Çünkü halk en ufak hatasını gördüğü memuru -ki bu devletin başındaki kişi de olabilir- rezil edecek, perişan edecek ve üstüne 'oğlum bak git' deyip sopayı kafasına indirecek ve bunları mecazen yapmayacak yeri geldiğinde.
    Eğer bir grup gösteri yapmakla kalmayıp ve üstüne taşkınlık yapıyorsa bunu önlemek bundan hoşlanmayan diğer gruplara düşecek, polisin görevi bu önlemenin dengeli olmasını ve çığrından çıkmamasını gözetmek olacak. Böylece kimse polise, polis de kimseye lüzumsuz karışamayacak.
   Esnaftan işini layıkıyla yapmayan varsa bunlar gazatelerde açıklanacak ve zabıtanın görevi tespitçilik olacaktır. -zabıtayı bile tespitçi twitter fenomeni yapacağız böyle giderse-
    Düello sistemini getirebiliriz. Ülke benim değil mi nitekim. Siyasi parti liderleri saçma sapan polemiklere girdiklerinde; baktılar olmayacak gibi ve seçmen de gaz veriyorsa -öp öp öp!- düelloya gidilecek. ttarena'da atlar ve uzun şövalye mızrağı hazırlanacak, üstünde parti amblemi olan metal zırhlar giyilecek ve iyi olan kazanacak. Bak bakalım sonra lüzumsuz polemiklerle gündem değiştirebiliyorlar mı?
    Askerlik mevzuunda ise madem doğuştan asker milletiz; isteyen bu yeteneği karşılığında para almak kaydıyla asker olsun. İstemeyenleri zorla tuvalet temizlettirecek, mıntıka temizliğine çıkaracak değilim ülkemde.
     Eğitim sistemine gelelim. İlk dört yıl zorunlu olsun. Okumayı filan öğrensin millet, hepten cahil kalmasın. Geri kalan isteğe bağlı ve ücretsiz olsun. Üniversiteler iş bulmak için okunmamalı. İş dünyası olduğu kadar çıraklık sistemiyle yürümeli. Sırf azıcık kibar olsun diye üniversite mezunu polise ihtiyacımız yok, anlatabiliyor muyum? Eski polisler kahveden toplanıp polis yapıldığı için işkence yapmıyordu, yöneticiler öyle uygun gördüğü için yapıyorlardı, Anadolu çocuğu bunu yemez nitekim.
    Üniversiteler gerçeğin ve bilimin peşinde olması lazım. Sadece bir iki tane olmalı ve sadece dahiler filan girebilmeli. Böylece gerizekalı profesörlerin televizyona çıkmasından kurtuluruz.
     Dış politikada atarlı olacağız. Mesela avrupa birliğine dair bir çifte standart varsa anında tavır koyacak ve ortam terk edilecek. Allah bilir ya şu anki dünya düzeni tek bir onurlu devletin varlığına dayanamayıp çöker ya da o devleti yok etmek zorunda kalır.
    Kapışırız yani sayın günlük. 'Başımıza savaş mı çıkaracaksınız' diyen paşalar yerine 'gelsinler gömelim' veya 'ooo nasıl koyduk' şeklinde 'bizden' paşalarımız olursa şövanizmin dibine bile vurabiliriz ama gerek yok. Bizim topraklar bize yeter, abartmayalım. Savaş kötüdür, ama onursuzluktan iyidir nitekim.
     İşte sayın günlük ana hatlarıyla böyle. Biraz zorlamayla delikanlı bir devlet kurdum sanki. Teşkilatçı milletiz evvelallah, blogda bile devlet kurdum işte. Saygılar.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Üniversite Sınavı Anıları

   Değerli günlük; bugün LYS denilen üniversite giriş sınavının ikinci basamağına girdim. İbretlik bir sınavdı. Dünya imtihan dünyası sonuçta.
   İngilizce sınavı öğleden sonra sonra olduğu için zamane gençlerinin düştüğü garibanlığa düşmeyip öğlene kadar uyudum. Ankara sıcaktı, Ankara zalımdı nitekim. Gazi hukuk fakültesine ucu ucuna ulaştım. Aileler, cümbüş, karmaşa ve hatta kaos hakimdi ortama. Lakin sınavdaşlarım benim gibi 'cool' takılıyorlardı. İngilizceden kim ölmüştü çünkü.
    Normalde sınavlara hobi olarak katıldığım için gayet neşeli, şen şakrak olurdum ve milletin benim halimi görüp kahrolmasını ağlamasını zırlamasını filan isterdim. YGS de oluyordu nitekim. Amma bu sınavda artizden geçilmiyordu. Herkes bi havalardaydı, uçuyordu, dünyalık hazların dibine vuruluyordu sanki. Anladım ki dil sınavları üniversite sınavına girenlerin yirmi lira karşılığında stres attığı, kendine geldiği, rahatladığı bir şeydi; candı, kankaydı, bro idi.
    İmtihan üniversitede olduğu için amfi gibisinden bir sınıfımız vardı. Büyüktü, sanırım 60 kişi filandık. Araya karışanları görmeyip yanlış saymadıysam sadece 7 erkek sınavdaştık, geri kalan cinsi latif taifedendi. Kızların dile yatkın olmalarından herhalde.
     Ankara'nın zannedersem orta hallinin üst kaymak tabakasının çoğunlukta olduğu insanlardı benim okulda sınava girenler. Erkekler kaprilerle t-shirtlerle ve uzun saçları ve rockçı bozması tiplerle oradaydılar. Zannedersem bir ben pantolon giymekteydim. Anadolu çocuğunun oradaki temsilcisiydim, öyle olmak zorunda kalmıştım. Rockçı ve hatta ucundan klasik müziğin dinleyicisi mazimi bu kutsal ideale kurban verip türkü ve arabesk karışımı bir moda büründüm. Hatta bi ara ipin ucu kaçıp arabesk-rap müziğe kayar bi ruh haline giriyordum ki yüce yaratıcıya sığındım, töğbe ettim, sınav vakti gelmese şükür namazına geçeyazacaktım. (-eyazmak ı cümle içinde kullandım edebiyat hocalarına selam olsun)
     Kız arkadaşlar ne giyinmişti dersen kendilerinin kıyafete pek iltifat etmediklerini ve natürel hallerine daha yakın olmak isteyen bir felsefi akımda olduklarını hatırlıyorum. Şöyle ki eğer onları Siirt gibisinden muhafazakar bir şehre götürsen Siirt'e kurbağa ve hatta taş yağacağı varsayılabilirdi. Tabii bugün kandil olduğu ve sınav esnasında Anadolu çocuğu olduğum için öyle görmüş olabilirim de. Neyse.
    Sınıftaki yedi erkekten benle birlikte altı kişide sakal vardı, yiğittik kahramandık. Diğeri de utanıp en yakın zamanda sakala bıyığa niyet etmiştir zannımca.
     Sınava başlamadan Anadolu çocukluğu ile solcu damarını harmanlayabileceğim aklıma geldi. Çıkışta 'ey kapitalizmin sömürdüğü genç yoldaşlar' diye başlayıp 'amerikan uşaklarının yaptığı sınavı oturma eylemiyle protesto etmeyelim mi?' diyerekten bu liseli zengin bozması gençlere üniversiteye girmeden siyasi eylem provası mı yaptırsaydım acaba diye düşündüm.
     Bir çoğunun zaten enerjisinin fazla zekasının kıt tayfadan olduğu belliydi ve öyle bir şey olsa atlayabilirlerdi. Ama sonuçta ben öyle bir insan mıyım? Olaysız dağıldık. Hepimiz bir tecrübe point daha kazanmıştık, huzurluyduk. Ankara da huzurluydu. Her yerde trafik vardı, shopping festival ayağına kandırılıp gelenler filan vardı. İşin ilginci Ankara'da alış veriş adına olağanüstü bir şey olmamasına rağmen bu kadar cıngar çıkarılması ve bir Allah'ın kulunun da 'kral çıplak hacıtlar' dememesiydi.
     Neyse günlük, kendine iyi bak. amin.
   

13 Haziran 2012 Çarşamba

pis gadın

   Değerli günlük; Ahmet Rasim'i bildin mi? Okumakla aramız le cola tadında olduğundan pek tanımıyoruz biz. Çağında okuma bilenlerce pek sevilse de kitaplarının günümüze kadar gelmesi şans galiba. Kendisi yazar. Ama şimdiki sosyal medya tespitçileri gibi. İkiyüzbin takipçisi olabilirmiş muhteremin.
     Babası erkenden göçtüğünden annesiyle  kadınlardan oluşan çevrede büyümüş. Ve kadınların etkisinde büyüyen her beyin sahibi gibi toplumu okuyabilme yeteneğine kavuşmuş. Çağdaşı yazarlar Osmanlı külhanbeyleri yahut Fransız kadınlar arasında ergenliklerini bitirdiklerinden tatsız tuzsuz (tuzsuz deli bekir'e selamlar) yazarlar olup çıkmışlar. Ya yersiz milliyetçi ya da batı yalakası tipler olup çıkmışlar yani sayın günlük.
    Herneyse ben de biraz kadınlar ne yapar ne eder diye gözlemledim seninle paylaşayım istedim.

not: deneylerdeki cinsi latif bireylere zarar verilmemiştir. onlar film hilesidir.

     Öncelikle iki tanıdık kadın alakasız bir yerde karşılaşmıssalar yüksek sesle gülerek 'ayy aysel' şeklinde abartılı hitaplarla yüzlerini gülümser şekle sokarlar. Bu simadaki gülme iması,  tapınak şövalyelerinin bulduklarını iddia ettikleri süleymanın hazinesinden daha muamma kıvrımlara sahiptir. İçinde nice hinlikler barındırır ki sormayın.
      Küçük çocukların 'benim babam senin babanı döver' kavgasını aslında erkek çocuklar yapar. Kız çocuklarsa içinde bu saçmalığı bir ömür boyunca taşıdığını zannediyorum. Nitekim her anne bir diğer annenin çocuğunun notunu sormakla mükelleftir. Onun çocuğu diğer çocuğu dövmelidir hımmm'dır evettir kesinlikle dövmelidir.
      Kıyafet önemlidir. Yavuz Sultan Selim'in Nemrut dağından İran ovalarına bakıp 'bütün buralar bizim olmalıdır' iştiyakıyla her kadın gözünün alabildiği tüm kadınların kıyafetlerine bakar. Başörtülü bir teyzenin saçını boyattığını anlayabilen psişik güçleri olan ablalardan bahsediyorum.
     En kötüsü kadınların dedikodu olayıdır. Abartıldığının misliyle doğrudur. 'Ama biz dedikodu yapmıyoruz,gerçeklerden bahsediyoruz' deyip -hepsi yapar, yapmayan bozuktur yetkili servisini arayın- sizi yerin dibine sokmaya çalışırlar. Çünkü ne haddinizedir ki onları suçlamışsınızdır. Eğer ortada biri için 'kötü kadın olmuş' söylentisi dolaşıyorsa %90 oranla bunu kadınlar yaymıştırlar. Kadın dayanışması yalandır,dolandır.
     Egosu kabarık olanlarsa hiç çekilmezler. Eşi vali olan bir kadının ne kadar iğrençleşebileceğini tahmin edemezsiniz. Orta düzeyli bir memurun eşindeyse alt düzeyli memurların eşlerini ezme durumu sözkonusudur.  Emniyet müdürü eşlerinin, o müdürün emri altıda çalışan memurların eşlerine neler çektirdiğini gözlerimle görmüş biriyim.
      Devlet bu son bahsettiğim tipleri tedavi etmek isterse MİT le ortak çalışıp fişleme yapabilirim. Vatansever bir insan olarak fişlemek boynumuzun borcudur. fişçilere selam olsun! (not: böyle biri olursam beni Allaha havale etmeden önce bir dövün)

8 Haziran 2012 Cuma

istanbul kibri

Değerli günlük; İstanbul'u bilir misin? Hangi birimiz bilmiyoruz ki, bilmek zorunda bırakılmıyoruz ki? Ülkemizin fiiliyatta başkenti sadece Ankara değil sayın günlük. İstanbul denen şehir doğuştan payitaht olduğundan, başka hiç bir şehre bu gücü tek başına yar etmez nitekim. Bu da ortaya saf bir kibir çıkarır. Arzedeyim:
Pek sevgili medya İstanbul dışında yaşayanları adam yerine koymaz. Hava durumları bu şehirde semt semt verilirken yüzölçümü olarak elli altmış ülkeden büyük olan Konya'nın sadece merkez değerleri verilir. Turizm amaçlı reklamlarda Türkiye İstanbul'dan ibarettir, koskoca beylikler, Selçuklu dönemi ve hatta Roma dönemi eserleri sanki Papua Yeni Gine'deymişcesine yer almaz sayın günlük. İstanbul'da yaşayıp aslen Erzurumlu olan bir milyon kadar kişi Erzurum'da kış olimpiyatları yapılana kadar Erzurum diye bir yerin varlığından bihaberdiler -şahitlerim var-.
Mersin'de elli kişinin öldüğü bir trafik kazası beş dakika televizyonda arzı endam ederken İstanbul'a kar yağdığında sokakta kayan çocuklar neşeli müzikler eşliğinde yirmi dakika gösterilir.
Bu şehirde yaşayanlar, üstünde yarım milisaniye dahi düşünmedikleri ve üstüne her gün küfrettikleri İstanbulu diğer her şehirden üstün tutarlar. Bıraksalar şehir devleti sistemine geri döneceklerdir sanki.
Ve Allah Aşkına, Marmara depremi denen belanın İstanbulda olacağının çığırtkanlıklarından gına gelmedi mi? Balıkesirli'nin Tekirdağlı'nın canı yok mu? Dün Tekirdağda deprem oldu tüm haber kanalları 'İstanbuldan da hissedilen ' şeklinde manşetlerle konuya girdiler. Ayıptır bea.
Sayın günlük İstanbul 1950 lere kadar halkın gözünde hala başkentti. Şairlerin bilim ve fikir adamlarının ilham aldığı şehirdi. Şimdiyse kalabalık bir şehir o kadar. Ha bir de ticari bir değeri var, parasındaysak işin...
Türkiyede aşağı yukarı her şehrin insanının belirgin bir karakteri vardır. Ankaralıların bile vardır. Lakin İstanbulda oturan birini tartarken aslen nereli olduğunu sorarlar. İnsanlarına bürünemeyen bir şehrin ruhu olamaz ve ruhu olmayan şehirlerin geleceği de yoktur. Bunu bir yere not et sayın günlük, demiştin dersin.
not: 'İstanbul beyefendileri var bir kere' derseniz ben de Sinop'ta bizonların olduğunu iddia ederim üzülürsünüz. saygılar.

7 Haziran 2012 Perşembe

çölde ıphone'la gezen deli mecnunun lüzumsuz sevdalısına

   Değerli günlük; seni selamlarla geçiştirilip çölde  ıphone'yla  gezinen mecnunun muhayyel sevdalısına dönüyorum. Ona iki çift sözüm olacak.
 
  Sevgili; sana muhtemelen paylaşılamayacak, insan acziyetinin sillesini yemiş hislerle geliyorum. Kalemler kağıt üzerinde cızırtılı seslerle ilerlerken sahte gamzeler suratlarda kaydıraktan kayarcasına beliriyor. Vicdandan bağımsız atan kalpler ve düşünceden kurtulmuş sözlerin valsini izlemekte gözler. Sevgili, insan acziyeti farkındalıktan geliyor. Kulakları duymayan kurbağa tümseğin tepesine binbir gayretle ulaşırken, doğuştan kör bir adam düşlerinde değnekle geziyor.
   Sevgili, yüzüne bakmaya doyamadığın dilberler yüzüne bakamayacak kadar dibe battılar. Kuşlar etraf güvende olduğunda öterler, belki de bu yüzden sevilirler. Fakat bu kuşların gözü kara, karanlığa kapıyı çalmadan dalıyorlar ve dilberlerin güzel tınılı seslerini bastırıyorlar. Sevgili, dünyada hiç bir kuş insana güven veremez oldu.
     Sevgili, sana yazacağım şiirlerin raf ömrünü tükettiler. Şiirler ahenkle kulağına akmalıydı fakat başka kalplere girmeden. İlkokul şiirleri, divan eserlerini göldeki balçıklar gibi dibe batırdılar. Hiç bir kaside gülüne çirkin seslerin tecavüze uğramadan ulaşamıyor.
    Sevgili, buseler daha zihinlere uğramadan iftiralara uğradılar, gönülden kopan sözler havadayken kirlendiler. Manalar sükut etti, kelimeler duvarlara çarpmaya başladılar. Onun için veda etmeyi basit yoldan kirlenmeye terkedeceğim, sağlıcakla kal.

  Bu şarkı da sana gelsin sayın günlük.Fiona abladan.

3 Haziran 2012 Pazar

sanat yorumculuğu rehberi


  Değerli günlük; sana maraştan bahsedecektim lakin aklımı fazla toparlayamadım, bir dahakine inşallah. Ne zamandır üstünde uğraştığım bir rehberi senlen paylaşayım: 10 dakikada sanat yorumu yapabilme teknikleri.
    Yorumunu yapacağımız adam Van Gogh olsun. Sabah çalışmaya giden köylüler konulu da bir toblosu var işte oradan yürüyeceğiz mübarek günlük. Adım adım anlatıyorum.
 
 1- İlk adımımız araştırma yapmak. Wikipedia'dır işte ne bileyim muhtelif sitelerden kimmiş bu adam diye bir bakmakla işe başlıyoruz. Nerede ne zaman doğduğu filan aklınızın bir köşesindeyken, garip özelliklere odaklanarak devam ediyoruz.

2- Van Gogh 'un az çatlak bir akıl hastası olduğunu, kulağını kestiğini, gönüllü olarak akıl hastanesine yattığını ve kafasına sıkıp iki gün sonra öldüğünü bir yere not edin. Cümlelerimizin sonunu bunlara bağlayacağız.

3- Araştırma yaptığımız siteleri gezerken göze çarpan sonu -ist, -izm şeklinde biten kelimeleri yargınızı oluşturan cümlelerin heryerine bolca yerleştirebilirsiniz.
4- Bakıyoruz ki bu adamın tablolarından 70 - 80 milyon dolara satılanlar var. Onlara bulaşmayın. Etkilemek isteyeceğimiz kişinin bunlarla ilgili show tv haberine denk gelip aydınlanmış olma ihtimali var zira.

5-Adamın doğduğu zaman diliminin karaktesistik özelliklerine bağlayabiliriz çünkü her zaman gideri olan bir yöntemdir.

6- Cümleleri toblodaki ayrıntıdan ressama, oradan zaman dilimine, zaman diliminden ressama, ressamdan toblodaki başka bir ayrıntıya ve final vuruşu olarak ayrıntıdan kendimize bağlıyoruz.

7- Bir önceki maddedeki mantıksızlıkları en sağlam olduğumuz noktaya yani kendimize bağlayarak olabildiğine gizlemeliyiz. Beş dakika Van Gogh konuşuyorsak yarım saat kadar kendimizden bahsetmeliyiz ki karşımızdaki kişinin beyni 'ne diyor lan bu' seviyesinden 'akşam yemeğe ne yapsam' seviyesine kaysın. Eee sayın günlük can boğazdan gelir.

8-Terimlere ve eski Türkçe ifadeler can simididir. Bulduk mu atlayalım.

9- Ses tonunuzu uçak pilotlarının yolculara hitap ettiği şeklinde muhafaza etmek lazım. Tonlama için şu adamı örnek olarak koyuyorum:
 not:çince altyazılısından buldum ki herkes anlasın, açıkta kalan bir nokta kalmasın.



 Örnek bir yorum yapayım müsadenle sayın günlük.

Sabah çalışmaya giden köylü çift




   '' Öhö öhö, hımm. Şimdi resimdeki objelerin duyular üstüne bir göndermesi var; nasıl mı? Mesela ne adamın ne kadının kulakları gözükmüyor. Bu nokta-i zaviyeden kendinin tek kulağının kesik olmasının eserine yansımasıdır diye düşünüyorum. Zaten 19. Yüzyılın sonu tüm sanat dalları için duyguların manifestosu niteliğinde değil midir? Ressam burada çağdaşları gibi empresyoniz akımını temsil etmiş sanki. Hmm. Aslında aydınlık ve güneşli bir günü açık renklerle kompozisyonuna katmış olmasına rağmen tablo kesin bir karamsarlık havasında değil mi azizim? Aynı insanlar gibi aynı benim gibi yani. Mutlu olmayı bilemiyorum tüm diğer insanlar gibi. Bu kuşlar, bu ağaçlar, parlak renkler benim ruh halimi etkilemiyor. Arayış içerisindeyim, aramalar bir sorunun cevabına müteakiptir ama ben hiç bir soruya cevap veremedim aziz dostum. ıdıdı vıdıdı vir vir vir''


    Eveet böyle sayın günlük. On dakikada kısa yoldan sanat yorumculuğu yapmanın yolunu örnekleriyle açıkladım. Bunu bir çok yerde kullanabiliriz. Karşı cinsi etkilemek adına da bir yoldur ama günümüz gençliğine  Ajdar'ın muzdan ne anladığını sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla ortaya koysan da bön bön bakacaklarını bilmelisin. Bunu entelcilik oynarken veya en basitinden derslerde kullanabilirsin. Edebiyat hocalarının çoğu bu tekniği yıllardır zaten kullanmakta, senin neyin eksin bea?



REKLAM:

  Malum ülke olarak petrol tüketicisiyiz. Paramız yabancıya gitmesin  diyorsanız , tanıdık bildik lpg arıyorsanız margaz tam sizin için. Bay Mar'ın katkılarıyla...

1 Haziran 2012 Cuma

osmaniye üzerine

   Değerli günlük; şu an buraya yazı yazarken bir yandan da televizyonda yalan dünya dizisini izliyorum. Orçun tayt giymiş filan. Sağlıklı bir yazı olmayabilir anlayacağın. Mevzu Emre Belözoğlu'nun atletico madride transferiydi ama yazarken 'napıyorum lan ben' diyerekten silkelenip kendime geldim.
    Toroslardan gülek boğazının el verdiği kadar geçip devasa rüzgar tribünlerine bakarak Osmaniyeye girdimdi geçenlerde. Aslen sakin (bkz: aslen istanbulda oturuyor olmak) bir insanım bilirsin sayın günlük. Fakat kendimi Ankaradan çıkan otobüste bulunca mazide kalan özgür kız reklamlarının aklıma gelmesiyle ürperdim, kendimi sorguladım. Herneyse.
     Anlatımı benden ve bizden çıkararak şehre yoğunlaştırayım istersen sayın günlük. Osmaniye eski ilçegillerden olduğundan öyle aman aman bir şehir değil. Hani bazı şehirler olur ikiyüz üçyüz yıldır şehirlerdir ama şu sıralar nüfusu azdır. İşte öyle değil. Konjoktürel bir canlılığı var; bu canlılık onu geleceğin köklü şehri yapacak belki, belki de geleceğin köyü.
      Osmaniye küçük bir yer. Ve bu küçüklükten nemalananlar var onları açıklamayacağım ama onlar sayesinde tüm şehri yürüyerek gezme imkanı bulduk sayın günlük. Kentsel dönüşüm -dönmek filan ne iğrenç kelimeler- sayesinde apartmanlar yükselmiş heryerde. Modern bir görünüm kazanmış demek suretiyle zırvalamak istemiyorum zira eski halini mi gördüm ulan?
     Osmaniye dağların eteğinde yeşillik bir şehir sayın günlük benim orada bulunduğum sıralarda hava mükemmeldi lakin normalini bilemeyeceğim. Lokantaları doğunun misafirperverliğini taşıyor hala. İstediğin yemeğin yanına salatasını, ezmesini, közlemesini eksik etmiyorlar. Masaya koyduğu sudan bile para almak derecesinde pislikleşen esnaflardan sonra mutlu olunuyor tabii.
      Şehrin övünç kaynağı ise 328 isimli avm. Günümüz gençliği işte...
      Osmaniye denilince akla Devlet Bahçeli gelir. Şehir siyasi açıdan kendisinin azıcık ucundan yıkılmış kalesi. Okuduğu okulun önündeki çeşmeden su içme imkanımız da oldu bu arada. Osmaniye denilince akla bir de bıyıklarının tüm şehirden göründüğü rivayet edilen Celalettin Cerrah gelebilir, oraya girmeyeceğim.
       İnsanı en azından benim gördüğüm kadarıyla Adananın aşırı atarlı halinden uzaktı, kendi halindeliğin hoşluğu hakimdi.
       Sayın günlük acizane aklımdaki bir iki izlenimi aktarıyorum; doğrudur vaya yanlıştır. -Takdiri kabzımallar loncası büyük üstadında.-



Bu arada beni mükemmelen misafir eden namlı diktatörlerden bay mar'a ve benim gibi mazlum kalan kapo beylere ve ailelerine selam eder tekrardan teşekkür ederim.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

oğlum bak git

    Değerli günlük; kuşlar çok şey anlatır. Hani birisi iki üç kırıntı ekmek parçası görür de diğerleri onun etrafına üşüşür, hatta ağzındaki lokmaya tecavüz ederler. Bu ekmek kavgasının insan boyutu zaten malumun ben daha özele ineceğim müsadenle.
     Sosyal medya, facebook, twitter, sözlükler filan çok tutuldu. Reklam gelirleri televizyonu geçti gitti hatta. Televizyonlar kıskandı tabii durumu. Normalde internetten takip ettiğimiz komik videoları yayınlayan programlar yapmaya başladılar önce. Video paylaşımı için özel televizyonlar kuruldu Akıllı tv filan. Bunlar ihtiyaca yönelik zaten olan pastadan paylanmaya çalışıyorlardı. İş çirkinleşmeye Beyazdır işte ne bileyim Okan Bayülgendir filan bunların şov programlarına çıkartılan komik video kahramanlarıyla başladı.
    Sayın günlük dananın kuyruğu haberlerle koptu. Normalde televizyondan çeşitli bahanelerle -ideolojik, sosyolojik filanlar falanlar sebeplerle işte-  yayınlanmayan haberlerin twitterda sözlüklerde anında paylaşımı zaten haber programlarının güvenilirliğini etkilemişti. Şimdilerde ise önemli -kime göre önemliyse?- haber kıtlığında yayınlanan saçma sapan haberlerin arasına komik video kahramanlarını da sanki Türkiyenin tek derdi oymuş gibi eklemeye başladılar. Yazıklar olsun bea, bu ne kıskançlık!.
    Normal şartlar altında (NŞA) sosyal medyada yayınlanan video eğer çok nitelikliyse bir iki hafta, değilse iki üç güne gülünüp geçilirdi. -Lakinki öyle değildir- .Ama bu videonun akşam haberlerinde ülke çapında reklamının yapılması işin suyunu çıkarır sayın günlük ayağa düşürür.Yapmayın.

  Yahu sayın günlük tek derdimiz kürtaj mı oldu şimdi. Bu ne sazan.avi tarzı bir olaydır. Neyse yakında anlatırım onu da.

pic.twitter.com/jrmNqsfX
ve ağaya düşen bir şeyler vardır








 REKLAMLAR:

 Saçlarınız neden bir ömer çelakıl ne bileyim bir gandalf gibi olmasın. Blendaks üçü bir arada ile keyfi yudumlayın.
 
 


29 Mayıs 2012 Salı

savaşma, çay demle


   Değerli günlük; günümü gün etmekle meşgulken, davulların sesi uzaktan hoş gelmeye devam ediyor. Sana anlatacak çok şey birikiyor fakat biriken hiç bir şey anlatma iştiyakı oluşturmuyor. Herneyse...
   Sayın günlük, yeni gelen yılların bana en büyük zararı çayın parayla satılması olmuştur. Yine yeni bir hamle olan turizmin pohpohlamasıyla misafirperver olduğumuzu zannederken ne kadar pislikleştiğimizi anladım. Şu ülkede nereye gidersen git hangi kapıyı çalarsan çal eğer seni misafir olarak görüyorlarsa çay ikram ederler. Samimiyet filan farketmez. Öyle gerektirir ev sahibi olabilmenin
ritüelleri.
    Öz yurdunda parya olma durumları burada başlıyor işte. Çarşıda gezerken yorulup bir yere oturmak gerektiğinde orada bulunmanı meşrulaştırmak için çay alman gerekiyor. Eskiden bir yere oturduğunda gönlünü hoş tutmak için getirilen aynı çaydan bahsediyorum. Menüdeki en ucuz şey olduğu için içiliyor hatta buruk tadı katlanılması gereken bir şey haline geliyor. Değerlerimizin ucuzlaştırılması sayın günlük...
    Hem hiç bir şey ikram olduğu zamanki kadar değerli olmuyor sanki.




 not: başlıktaki söz bana ait değildir. 'bir yerden almıştım ama' cümlegillerdendir.




19 Mayıs 2012 Cumartesi

Ada üzerine

   Değerli günlük; bildiğin üzere küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz. Merak etme recep ivedik'e bağlamayacağım, benimki nefs davası. Her dünya insanı gibi ben de kendi çapımda yabancı kültürlerin etkisi altına giriyorum. Ama bunda seçici davrandım. Türkiye'de mis gibi Demet Akalın varken Beyonce dinlemedim sayın günlük. Güzelin peşinde koştum acizane.
   İşin ilginci kendi kültürümden daha ziyade etkilenebildiğim şeyler hep adadan çıktı. Britanya'dan. İnsan kendi kültüründen etkilenmeye daha meyillidir ama ben ürünlerden bahsediyorum. Bizimkiler ortaya bir şey koydular da takip etmedik mi? Fetih 1453 lere gidip iki saatimi (kaç saattiyse artık)  zehir etmedim mi? Olmuyor lakin.
   Ne var bu adada diyeceksin, entellektüel görünmek için (doğruya doğru şimdi) yazarlardan başlayayım. Bernard Shaw mesela. İrlandalı. -İrlandalılar candır bu arada.- . Vicdanlı bir yazar. Kara Kız adlı kitabında dini sorgularken İslam ve peygamberimiz hakkında korkusuz ve pervasızca tespitler yapmıştır:
  ''Muhammed gibi bir insan modern dünyanın yöneticiliğini üzerine alacak olsa, dünyaya çok muhtaç olduğu barış ve mutluluğa kavuşturacak şekilde sorunları çözmeyi başarır. Ben şayanı hayret bir şahsiyet olan Muhammedi tetkik ettim. Benim düşünceme göre O'nu insanlığın kurtarıcısı olarak tanımak lazımdır. 20. Yüzyılın bitmesinden evvel bütün Britanya imparatorluğunun Muhammed dinini kabul edeceğini sanıyorum''
     George Orwell, 1984 romanıyla bilirsin günlük. Dünyanın ne kadar berbat bir yer olduğunu fütüristik bir kurguyla anlatabilmiştir ki helal olsundur.
     Daha yazar var tabii de abartmamak lazım. Beyaz Perdeye geçelim. Sherlock Holmes belki de yazılmış ve yazılabilecek en iyi polisiyedir. Sir Arthur Conan Doyle yazmıştır eseri ve II. Abdülhamid'in de bu yazarı İstanbul'a davet ettiği söylenmekteymiş. Dizisi de filmi de kitabı da muhteşemdir nitekim.
     Film demişken darbenin büyüğünü sona sakladım sayın günlük: Braveheart... Anlatmaya lüzum yok zaten.
   Müzik demişkene Celtic ve Kelt müziğin ayrı bir yeri vardır. Muhteşemdir, huzur vericidir ve alır götürür sayın günlük. Tüm dünyanın müziği bir yana o bir yanadır. İrlandalılar ve İskoçların müziğidir. Bu iki halk fazla karışmamış ari ırklardır, neşeli ve dünya milletlerine lanet etmememi sağlayan milletlerdir.
    U2'dan bahsetmeye ihtiyaç hissetmiyorum sayın günlük zaten biliniyor. The Corrs'tan bahsedeyim. İrlandalı (zaten başka nereli olacaktı?) dört kardeşin oluşturduğu bir grup. İsmi ailenin soyadından geliyor. İrlanda ezgileri ile modern müzik yapıyorlar. Elbette beni cezbeden yerel ezgileri ve pek güzel bir kızımız olan solisti Andrea Corr. Bu noktada U2 ve The Corrs düeti de benim için ayrı bi mana ifade ediyor sayın günlük.




Summer Wine zaten kendinden muhteşem bir şarkı ama bu düet ile de ayrı bir güzel sanki:

 
    Braveheart'ın o muhteşem müziğini yapan kişiyi anmadan bitirmeyeyim. Enya'da İrlandalıdır sayın günlük. Kelt müziğini dünyaya duyuran kişidir. Müzikle uğraşan ailenin müzikle uğraşan kardeşlerinden biridir. Bu aileler bu gruplar ve bu kadınlar bizim maçlarda stadlara gidip taraftarlık başlığı altında küfreden hatun kişilerimiz yanında o kadar değerlidir o kadar naiftir ki elde olmadan o kültürün ürettiklerini tercih etme durumunda kalıyorum.
   
   Loreena McKennitt'i unuttum sanma. Kanada vatandaşı olsa da İrlandalı'dır. Bizim Candan Erçetin'in Caddelerde Rüzgar şarkısının melodisi de olmak üzere muhteşem müzikler yapmıştır sayın günlük.
  http://www.youtube.com/watch?v=4QpRCK1IbiE . 
    
  Sayın günlük, insanlar seni farklı yapan şeyleri seni ezmek için kullanmakta ilk çağlardan beri pek mahirdir. (mahire selamlar) 'Pis batı hayranı lililili' şeklinde düşünenleri onun için mazur görmek gerekir. Zira Anadolu çocuğu olduğunu iddia eden arkadaşlar iyi olmaktan çok uzak türkülerin ve arabesk eserlerin peşinde kültürlerini yaşamaktalar. Bir kısmı da apaçi olmuştur ya neyse. Herkesin elindeki kendine sayın günlük hadi görüşürüz.

18 Mayıs 2012 Cuma

hoş bir seda

  Değerli günlük; sana ülkemizde yapılmış en iyi belgesellerden birinden bahsedeyim.
   Hala televizyon izlediğim zamanlarda kanallarda gezinmekle meşguldüm. Tv 8 de sarışın bir kız çölün ortasında garip davranışlarıyla bir kanaldan diğerine atlamam için gereken 3.5 saniyelik sürede dikkatimi çekmeyi başardı. İlk başlarda oryantalist bir amerikan filmi zannetmiştim sonraları ise kadının çekiciliği üzerinden yapılan bir tanıtım filmi. Ama hayır, sarışın kız o kadar mantıklı cümleler kuruyordu ve her yönü ile ortaya koymanın gereklerini yerine getiriyordu ki...
   100 IQ lu biri olarak benden daha zeki bir sarışının ekranlarda olduğunu bilmek iyi hissettirdi tabii günlük. Belgesel demiştim ama o neşe -ancak sarışın güzel bir kızın yaratacağı- televizyondan taşan bir mahiyet arz etmekteydi. Yanlış anlama sayın günlük, sunucunun kadınsılığından değil neşesinden bahsediyorum.
   Herhangi bir ideolojinin peşinde olmayarak, ülkelerin önemli noktalarının belgeselciliğin sınırları içinde kalınarak anlatıldığı, sosyolojik gözlemlerin - evet tahta, zoruna mı gitti- de bulunduğu ve izledikçe eğlenebildiğin ender bir program sayın günlük. Gülhan'ın Galaksi Rehberi'nden bahsediyorum.
   Gülhan hanım -ne bu ciddiyetse artık- dünya tatlısı bir insan olmakla beraber işin ehli de aynı zamanda. Komedi Dizisi olarak boy gösteren yapımların %98 inden daha mizahi, belgesel olarak yayınlanan ideoloji içerikli yapımların yüzde bilmem kaçından daha rasyonel bir program hazırlamış kendileri.
    Herneyse sayın günlük takdir etmek, değerini bilmek önemli şeyler bunlar. Ondan bahsetme ihtiyacı hissettim. Amaca dönük yazılara karşıyım lakin ne yaparsın işte .

ahanda link:  http://www.gulhansen.net/ 
 

17 Mayıs 2012 Perşembe

develer tellal, pireler apaçi berberi iken

   Değerli günlük; bu yazımı nazarımızın dokunduğu Bangladeş halkına ithaf ediyorum. Bundan dört beş sene evvel (ihtiyar mode:on) valide hanım bana dünyanın en mutlu halkının Bangladeş halkı olduğunu fakirliğe rağmen kardeş kardeş yaşadıklarını filan söylemişti para saadet ilişkisine gönderme yaparaktan. Harbiden de öyleymiş. Mişli geçmiş zamandan da anlayacağın üzere nazarımın değdiğine hükmettim. Şu sıralar kendilerinin başı selden, depremden, hastalıktan filan kurtulmuyor, üzülüyorum.
-Evet biliyorum sayın günlük, koskoca ülkeye nazar değdirebileceğime inanmak narsizm belirtisi olabilir.-
    Sayın günlük, fenerbahçenin kupa almasıyla tabular yıkılıyor falanda konu o değil. İlk defa bir maç izledikten sonra top oynayasım geldi, hani karate filminin gaza getirdiği seksenlerin insanı gibi oldum. Kardeşimi de alarak mahallenin 12 yaş ortalamalı toprak saha maçına dahil oldum. Anladım ki analar ne guizalar doğuruyormuş -ccc guiza reyiz ccc- . Maçta atılamayan gollerin hemen hemen hepsi kendime ait olması mahalledeki 'abi' sıfatıma darbe vuracağı endişesiyle bir süre sonra kaleye geçmeye karar verdim. Sonuçta ufak çocuklar -ki topa saatte 30-40 km hızla vuramayacaklarını umduğum veletlerdi- bana gol falan atamazlardı, yani ben öyle ummuştum.(yanlış zamanlamayla çıkıp gol yiyen Rüştü mode: on). Lakin sayın günlük hayatta her şey istediğin gibi olmuyormuş... (üç noktanın şerrinden O'na sığınmak icap eder)
     Neyseki çay höpürdetmenin rahatlığı evde beni bekliyordu ve bu kriz de teğet geçti, çok şükür. Höpürdetilen şeyler iyidir candır. ( bkz: nargile, yarılanmış orta şekerli Türk kahvesi.)
  

15 Mayıs 2012 Salı

futbol-para-para babası üçlemesine karşı manifesto

   Değerli günlük; sana bi türlü anlayamadığım bir hususu ilkokul çocuğunun sınıfta soruyu tek çözen kişi olması iştiyakıyla anlatacağım.
    Futbolunun marka değeri olayı... wtf diyerekten hayretimi dile getirmek isterdim ya neyse. İnsanlar büyük takımların formalarını kupa bardaklarını falanını filanını alıyorlar ve bu yüzlerinde askerlikten tezkeresini almış garibanın vatani görevinin bitmesinin yarattığı kıvrımları yaratıyor. Takımlarını desteklemiş oluyorlarmış, futbolumuzun kalitesi artmış oluyormuş filan işte.
    Sayın günlük biz on yıl önce kriz atlatmış milletiz ya nedense bu israf olayından kurtulamadık. Sayın günlük, bir forma asgari ücretin dörtte biri filan. Dini açıdan israfın haram olmasıyla dindar insanların forma olayından sıyrılmaları gerektiğine fetva vereyim artık.
    Rasyonel olarak bakıldığında taraftar takımın başarısına direk etki etmiyor. Yani galatasaray milyonlarca taraftara sahip olmasa da şampiyon olurdu, para ve güç meselesi. Taraftar ise yolunacak kaz olmakta sayın günlük. Bursaspor veya Akhisarspor  eğer fenerbahçe kadar paraya ve başkanları gibi arkası sağlam insanlara sahip olsalar şampiyon olurlardı, oluyorlar da bazen.
    Tabii şurası var ki futbolda başarı şampiyonluk değil para kazanma mevzuudur sayın günlük. Bundandır şikeler, bundandır futbol zenginleri. Taraftarlar eğer taraftarlık hislerini borçlu oldukları delikanlı duruşu azıcık fakir fukara hakkı gözetme de gösterselerdi veya çocuklarının hakkını futboldan para kazanan zengin şerefsiz insanlara kazandırmaktan vazgeçselerdi çok temiz maçlar görebilirdik sanki.
    Şurayı düzelteyim, insanlar futboldan para kazandığı için şerefsiz olmaz. Ama silah satıcıları savaş çıkarması nasıl lanetlenecek bir durumsa futboldan zengin olmak da öyle bir şeydir sayın günlük.
    Allah aşkınıza kuzum(yeşilçam mode:on), topa vurabilme yeteneği milyon dolar eder mi, bu nasıl bir ilizyondur nasıl bir göz boyamadır yahu? Altı ayını bir gümüşü işlemede kullanan telkari ustası 200 liraya sattığı emeğiyle topa vurup milyon liralar alan topçuyu bir karşılaştırın artık. Mal mısınız arkadaşım, gerizekalı mı bu insanlar sayın günlük?
   Maç izlerim ben sayın günlük, zevkli olduğu için, vakit geçirttiği için. Çakma forma da alırım, hani takımın renkleri filan diye, takımımı mal mal savunurum da safımız belli olsun diye lakin sanatçı olamam efendiler. Yanlış bağladım sanki ama neyse...
    Fanatizmi mantığa bağlayalım sayın günlük. Madem futbola gönül verdik, oyuncular, teknik direktörler, kulüp başkanları beş kuruş para almasınlar. Baklavasına turnuvalar düzenlesinler, maç izlemek bedava olsun, maç sonrası futbolcular sokak sanatçıları gibi mendil açıp emeklerinin karşılığını toplasınlar tribünden. Bak bakalım günlük şu günkü maçlardan yüz kat daha tatlı maçlar yaşanmayacak mı?
    Şimdi diyeceksin ki sayın günlük avrupa futbolundan kopmayalım sonra, hem öyle olunca nasıl rekabet edeceğiz onlarla? İlkokul hocası geyiğiyle bağlayayım: avrupalı camdan atlasa sen de mi atlayacaksın be çocuk?

Üç noktanın anlattığı

    Değerli günlük; sakince şırıldayan ırmağın ortasında yarısı suyun içinde yarısı dışında bir taşın boş vermişliği ile seni pek umursamıyordum, doğruya doğru şimdi... O değilde bu sonu üç nokta ile biten cümleler hep bir yetersizliğin ifadesidir ve yetersizlik bağımlılık yapar. İlkokulda -gerçi artık hangi 4 yıl ilkokul oldu bilmiyorum ama- Türkçe ders kitaplarının üç noktayı anlatan bölümlerine 'yüksek derecede bağımlılık yapar.' yazmalılar.
    Sayın günlük, tarih ideolojilerin yere çizdiği çizgileri bugs buny çizgi filmindeki gibi geçmemeye özen gösterir. Onun için nasıl bir millet olduğumuzu matbu metinlerden öğrenmeye kalkarsak tarih kitapları kadar saçmalamış oluruz. Fakat kendi iç hislerime bakarak göçebe bir millet olduğumuzu söyleyebilirim. Toprağı kutsallaştırdığımız yalandır,zırvadır. En ateşli vatanperverlik yıllarında bile misakı milliden nice tavizler verilmemiş miydi sayın günlük.
    Kendi vatanında parya edilen bir millet haliyle şimdiki yüzyılda bile göçebe olur. 'Erzurumluyuz dadaşız' deyip İstanbul'dan çıkmamış insanlardan bahsediyorum günlük, vatan doyduğun yerdir bizim için. Bilmem kaç yüzyıldır aynı coğrafyada yaşayan Çinliler gibi değiliz anlayacağın. Yanlış anlama bu kötü bir şey değil, bir cihangirlik özelliğidir. Gözümüzün gördüğü tüm topraklar bizim olmalıdır anlayışının sirayetidir, dünyaya sığamamadır. Ve onun için bugün Anadolu topraklarıyla sınırlı alanın bize kutsal olarak gösterilmesi haincedir, misaki millinin mukaddesiliğinin vurgusunun ilkokuldan beri kafamıza sokulmak istenmesi 'uslu uslu oturtulmak istenmemizdendir.
    Gene yanlış anlayabilir ve bu yazdıklarımı şovenizme yorabilirsin sayın günlük, hayır. Bunları Dedemin İnsanları filminin etkisinde yazıyorum sana. Mübadele saçmalığının yarattığı acılar için yazıyorum bi yerde. Türklüğün bizi Anadoluya hapsedilme aracı olarak kullanılmasını o kadar iyi anlatmıştır ki filmde Çağan Irmak. Girit'teki Türkler, Anadoludaki Rumlar spot ışıklarını üzerlerine çekmişler ve komşuları, gerçek insanları elbirliğiyle gömmüşler.
   Herneyse öfke zararlıdır sayın günlük, ancak suni öfke zararlıdır. Gerçek insanların, yani sokakta nefes alan, çarşıda sizi gördüğünde selam veren insanın öfkesi zararlı değildir gereklidir. İdeolojilerin ve gaza getirilmelerin insan yığınlarıysa, neyse... (evet gene üç nokta sayın günlük)

9 Mayıs 2012 Çarşamba

düşünmek ve akla gelen şeyin yanılgısı

  Değerli günlük; hayatımı ruh beden ikililiğinden yönetmediğimi farkettim. Ben ve sanal diğer benler sözkonusu. İşin garibi çevremde çok ender rastlıyorum benliğine hakim olan insanlara. En basit reaksiyonumuz bile maymun iştahlı bir taklit, öğrenme ürünü bile değil. Hani, sürüklenecek rüzgar olmasa bile alışkanlıklarımızdan bağımsız bir çapamız yok ki sabit duralım.
   Zannediyorum düşünmenin özerk halinin zevki cezbediciliğini kaybetmiş. Mahremiyet beynin kıvrımlarının, anayol kavşaklarındaki kazaların kapalı devre kamera sistemleriyle haber bültenlerine konu olması gibi aciz kalmış. Düşünceler üretiliyor ve üretmek zevk veriyor belki ama müridler kendi sığlığının ellerini öpmeye başlamışlar ve hocalar... Hayır hocalar pek yoklar artık. Ağzından çıkacak her söz çılgınca bir kıskançlıkla beyne kazınabilecek insanlar yerlerini öğrencilerini yine öğrencilerin gelecekleriyle tehdit eden savaş makinelerine bırakmışlar. Üç beş kitap karıştıran birinin yüzüne bakmayacağı tipler yani...
     Sayın günlük; bilginin çoğalması ve kolay erişilir olması, hazzın çoğalması ve dokunanın yanması gözümü münevverlere çevirdi. Ama sayın günlük, baktığım her yer basit el fenerleriyle dolu. Noluyor, ne bitiyor demeden gidici bir ara neslin üyesi olmaktan korkuyorum. Yaşlanınca torunların canını sıkacak anılar yerine onlarla çocuklaşıp akıllı telefonlar aracılığıyla komik videolar gönderen garip bir nesil. Asımın torunu Berkecan'ın nesli anlatabiliyor muyum? Ve belki ancak Haçlı seferlerini ve Moğal istilasını yaşarken beylikler arası kardeş kavgasını da aynı anda yaşayan Selçuklu Türkmen'inin ızdırabıyla kıyaslanabilecek bir acı yaşayan, daha doğrusu yaşayamayan sanal kaygılardan gerçek sivilceler pörtleten bir nesil.
     Neyse çaylar geldi, okey taşı masaya vuruldu, sigara içmenin yasak olduğunu ifade eden tablo sigara dumanıyla görünmez oldu, bir garip adam Yunus Emre'yi sigaya çekti, ve çaydan ilk yudum höpürdetildi...

2 Mayıs 2012 Çarşamba

yürümek hazmı kolaylaştırır

   Muhterem günlük; 'al da at' dedirtecek muz ortalar açılırken, paralar top peşinde koşturuyor. Biz milletçe hatta dünya halkları olarak sporcunun ahlaksız ve pislik olanını seviyoruz. Hatta bu kalıba sporcular harcinde olabildiğince adam sokuyoruz. Biz insanların salih huylu olanlarını garipseyen, onun öyle olduğuna inanamayarak iftralarla o yola sokma gayesindeki ciğeri beş para etmez dünya insanlarıyız.
    Herneyse günlük, içimi döküp günah çıkarma işlemine son vermem lazım artık. Eskiden anlatılırdı, Avrupa'da aşırı zenginler, yemek yemekten şiştikleri halde henüz tadamadıkları çeşitleri de taam edebilmek için kusarlarmış ve öylece yemeğe devam ederlermiş. Günah çıkarma da böyle bir şey herhalde;günah banyosu yapılan kiliseler, el sürülen Hacerül Esved insanların yeni günahlara yer açmak için vicdanlarındakileri kusmaları gibi değil mi?
     Ha bir de yürümek hazmı kolaylaştırır günlük. Mayısın birinde insanların yürümesi bundandır sanki. Aktivizm ruhsal ve zihinsel durgunluğun fiziksel enerjiyle dengelenmesidir, beyin takımı koltuğuna kurulur ve aktivistleri yemler,onlar da şişer ve yürürler.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Sen de mi muavin?

  Muhterem günlük; görüşmeyeli hain kuşlar kulağına neler fısıldadılar? Özgürlük imgeli kuşlar neden manidar bir şekilde fısıltılarla salvet ettiler kulaklara? Neyse be günlük,bana bir şey duymak pek nasip olmuyor şu sıralar. Gördüklerim de diğer duyu organlarına sirayet ettirilmiyor.
    Sayın günlük, son beş altı yıldır o kadar çok yolculuk ettim ki artık yol çizgilerinden sıdkım sıyrıldı. Hatırladığıma göre ilk şehirler arası otobüs deneyimlerimde bu bagaj fişi olayını çok ciddiye alıyordum. Evet bagaj fişi, hani muavin koltuk numaranı sorup, cevabınına istinaden numarayı yazdığı yapıştırıcılı kağıtların birini çantanıza yapıştırıp diğerini de size uzattığı şey. Ben de o fişi kemali ciddiyetle alıp cüzdanıma kaybolmayacak şekilde koyar fakat bir kere bile çantamı o fişi göstererek almazdım, alamazdım. Şu güne kadar da alan görmedim.
    Otobüsler çok kimsenin kinini kazanmış araçlardır. TDK bile çokoturgaçlıgötürge gibi argo ve küfür içerikli bir kelime ile otobüsleri itibarsızlaştırmaya çalışmış. Herneyse otobüslerin bir özelliği de muavinlerin ve şoförlerin kendine has davranışları ve hiyerarşik düzenleridir sayın günlük. Muavin size her ne kadar 'beyefendi' , 'hanımefendi' diye hitap etse de sesinde bir hakir görme tiksinme vardır. Oraların efendisi odur, aşırı geniş yetkileri vardır. O muavin ki otoritesi sarsılma tehlikesi ortaya çıkınca otobüsün daracık koridorunda sıkı yönetim ilan etme gücü ve yetkisini kendinde bulur değerli günlük. Hatta sorun çıkaran bireyi gözünün yaşına bakmadan yol kenarında bırakabilir ve 'git nereye şikayet ediyorsan et' diyerek bizim hükümetlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini takmayışı neviinden ülke geleneklerine gönderme yapabilir.
     Otobüsler parayı verenin düdüğü çalabilecekleri yerler değildir canım günlük, bir yerden bir yere en az hasarla ulaşabildiğin için düdük öttürebileceğin yerlerdir.
    Yaa, sayın günlük bazen dertlerden alkol tüketip kafa bularak kurtulunur, bazen de dertler kafa yapar alkolden kurtarır. Çaylar höpürdetilir, nazarlar hışımla dolanır ortalıkta. Kuşlar ötünce özgürlük biter, kuşlar susunca huzursuzluk başlar; en nihayet denge bulunur yahut bulunmaz...
     Neyse sayın günlük bey ben kaçayım artık, otobüsten geçinenler haklarını helal etsin ya da etmesin ama çayın keyif vermediği ender yerlerden biri olarak nasiplerine ne düşerse o olsun artık.

    -Muavin bey bir su alsak.
    -Su kalmadı hanımefendi.
    -Hiç mi yok?
    -Üff snnane be slk .s
    - Sen de mi muavin?

   

25 Nisan 2012 Çarşamba

nerelere gideyim?

   Muhterem günlük; seni fazla yalnız bırakmayayım dedim. Vakitsiz,habersiz gelen misafir gibi yersiz bir burukluk yaşatıyorum galiba. Ne yazık ki kalem de klavye de benim insiyatifimin uzantıları.
    Sayın günlük reklam sanattır,iyisi kötüsü olmaz,içkisi sigarası da yoktur. Koynuna girmeden izin istemek gibi hoş özelliklere de sahip. Yani sınır tanımıyor anlayacağın. Zaten medeniyet sınırın kaldırıldığı alanlarda özgünlük kazanır, di mi?
      Biliyorsundur belki cips üreticileri sayesinde Hollywood boğazımızda kaldı. Adamın kalbine giden yol midesinden, midesine giden yol da cinsel organlarından geçmesi mucibince beynimize iç dış yıkama yaptırıldığı reklamlara maruz kalıyoruz. Amaç cisp tüketimiyse reklam zaten cipsin kendi tadı değil midir bea? Kaç kişinin reklamlardan etkilenip de kola içtiğini gördün sayın günlük? Karpuzu reklamı var diye mi yiyoruz yani? O zaman amaç farklıdır sanki. Cips değilse nedir biliyor musun günlük, edebiyattır,sanattır. Sanat sanat içinde inception'dır  ki bunu bi kenara yaz.
    
    -Niye gittin nerelere gittin megan fox
    -Nerelere gideyim ben sen yanımda olmayınca
    -Üff snne be slk .s


22 Nisan 2012 Pazar

yolluk babında

   Muhterem günlük; sana bir süre yazamayacağımı zannettiğimden ötürü yolluk olaraktan iki kelam edeyim dedim.
    Bugün uçurtma uçurdum. Evet o çıtaları kuyruğu filan olan şey. Havalanması için rüzgara karşı depara kalktığın naylonlu şeyden-laylon değil,lütfen-.
    Neyse ittire kaktıra havalandırdık mübareği semaya. Keyif vakti geldi sonrasında nitekim. Hatta huzur vakti -yok huzura doğru!-. Çimlere uzanıp bir elinde gergin ipin varlığını hissetmek,arada göz kapağını aralayıp uçurtmanın süzülüşünü seyreylemek, budistlerin kafalarını kazıyıp,aç sefil bir hayatı kabullenerek elde ettikleri hazzın ve yükselişin fazlasını sağlıyor sanki. Nasıl kıyaslayabildiğimi sorarsan sayın günlük,hiç benim uçurtma uçururkenki halim kadar mutlu, turunculu, kel bir adam görmediğimi ifade ederek başlar ve devamını getirmeye lüzum da duymam.
    Sayın günlük YGS'de -artık kimse YGS sınavı demiyor,bu kadar mı robotlaştık bre?- hayli çok arkadaş sıfır çekti. Sayılara takılmazsak,çekme eyleminin ne denli zavallılık içerdiğini anlayabiliriz. Kötü bir durumdayız ama daha kötüye de olabilirdi elbette...
    Televizyondaki uzmanlar gerizekalı olduğumuzu söylemeye nedense utanıp,'Türkçe sınavı çok zordu yeea' filan demeye başladılar. Allah aşkına be günlük, salak olma hakkımızı engellemesinler artık. Büyük bir milletin yetersiz evlatları olarak dünya karşısında onurumuz kırılırken 'gerizekalı' olma bahanesine tutunabilme hakkımızın değeri bilinmelidir canım günlük.
   Görüşmek ümidiyle sayın günlük...

mesireye salınan ıslak koyunlar

    Muhterem günlük; kelimeler haindir. Bilmem ne kodlarından oluşan bir internet sayfası olarak muhteremliği neden hakettiğini düşündürürler sana. Herneyse iyisin,cansın. Arada gaza gelip sana hergün hergün kelimelerle işkence ettiğimin farkındayım. Fakat sayın günlük bundan sonra öfke bize uysallık sana,suçlamak bize katlanmak sana...
    Piknik yapmak, gündelik akışa 'one minute' açılımı yapmak manasına gelmeye başladı son zamanlarda. Stres attıracağına stres artırıyor mübarek. Mesireye yollanacak aile yahut arkadaş tayfası sabahın bir saatinde yer kapmak azmiyle yola çıkmasıyla garabet silsilesi başlıyor dostum. Haftasonları, öğlen saatlerine kadar yatabilmek için icad edilmiş en muhteşem Avrupa ürünüdür. O malum yanlış batılılaşma en acı zalimliğini bu naktada yapmıştır sanki.
   Herneyse;sabah uyandın, mangalı,semaveri,eti,köfteyi hazırladın,arabaya şafak sökmeden binip mekana ulaştın. Yer bulup öğlene kadar uyumaya hak kazandın demektir o zaman sayın günlük. Sonrasında yemeği çayı taam edip keyifle göbeği kaşıyabilir yahut hazır bulunan top ile mekana göre uygun oyunlar oynayabilirsiniz. Fakat Allah'ında bir planı vardır ve o gün akşama kadar bahar yağmurlarının gazabına uğrarsın ki tühtür,vahtır. Hayat acımasızdır,vahşidir hatta 'survival of the fittest' tır be dost.
   İşte böyle sayın günlük. Anılar yağmura tutuldu, ben de senin canını sıkmaya bahane bulmuş oldum. Hayatta mutlu olmak istiyorsan başkalarıyla dalga geçmeyi öğrenmen gerekir. Çünkü illaki sizden kötü durumda biri vardır ve bunun sorumlusu siz olmadığınızdan yaptığınız hareketler ahlaka mugayir sayılmaz.
    Haa bu arada küfür etmeden geçmek istemeyeceğim 'yol kenarlarında bir küçük tostu üç liraya satan adam'ları da buradan anarım. Anarım çok iğrenç bir kelime,hani söylemesi filan...

21 Nisan 2012 Cumartesi

nietzsche'e akasya durağı izletmişler ille de vatanım demiş

   Muhterem günlük; emperyalist hırslarla bir ülkeyi gözlemleyip herhangi bir sömürülecek zenginliğe rastlayamayan batılı devlet gibiyim. Canım sıkılıyor anlayacağın. Nasıl yemek yemek için acıkmak gerekmezse sıkıntılı olmak için de neden gerekmiyor galiba.
    Bugün yapacak bir şey bulamayıp televizyona daldım be günlük. O kadar aşağılamama rağmen Akasya Durağı izledim. Kendimi kirlenmiş hissediyorum ve kirlenmek güzeldir belki de, hem benim suçum ne lan?
   Başlarda radyosu açık kalmış arabanın aküsünün boşalması gibi beynim ıssızlaştı, hatta bi ara güldüm mü ne? Şu an düşünüyorum da vakit iyi geçiyordu sanki. Karate filmi sonrası arkadaşımla dövüşme isteği bu diziden sonra banka soyup,adam kaçırılan bir taksi durağında çay içme isteğine evrildi. Bilirsin çayı sever saygı duyarım, üstelik çay manadan ırak aksiyonlar silsilesi arasında höpürdetiliyorsa daha ne isteyim.
   Aksiyon filmi demişken bu Bond serisi İstanbul'da çekiliyormuş. Tarihi mekanlardaki Asırlık ağaçların kesildiğini bir takım mübarek insanın eyleminden öğrendim. Turizm bakanlığı tanıtım adına gereken yıkımı yapabilmelerinin arkasında duruyormuş falanmış filanmış. E be sevgili günlük ülkemi başkaları gezecek diye nedir bu çırpınışlarımız. Tamam turizm iyi para getiriyor lakin fakir ama gururlu olma düsturunun hiç mi pahası kalmadı? Ne bileyim Antalya el değmemiş kalsaydı da kendimiz ıssız ve muhteşem koylarında güneşlenmese miydik? Bilmem kaç yıldızlı oteller gözümde doğal bir kumsalın kum tanesinden daha değersizdir sanki. Hem ben güzele güzel demem arabesk rap sevmedikçe.
   Son cümlemden dolayı bir süre utanma molası vermem gerekecek sayın günlük. Kendine iyi bak suya çamura bulanma e mi...
  

20 Nisan 2012 Cuma

eli öpülesi sayfalara

   Pek muhterem günlük; sen kendini beğenmiş bir tecrübenin ve yetmişlik ihtiyarların çok da umursanmayan anlatma iştiyakının zülmüne uğruyacaksın. Ve ben kelimelerin işkencesi sansür zırhlarını yırtarken ayaklarımı uzatıp çayımı höpürdetmeye başlayacağım. Evet höpürdeteceğim. Zaten, eğer bir şeylerin isyanını yudumlayacaksam bu çay höpürdetmenin ayıplanmasına karşı olurdu.
   Galiba sen üzerlerinde kurşun kalemlerin iç gıcıklatıcı bir cıyaklamayla masaj yaptıkları dosya kağıtlarının beddualarının muhattabısın. Artık parmakların klavyelerle yaptıkları sanal acıların fotoğrafı olacaksın.
   İki parmağının arasındaki çiviyi ellerine vurmadan duvara gömen ustanın yüz ifadesini takınarak kablosuz farelere tıklayan çocukların nikbinliğiyle soruyorum sana: halinden memnun musun? Beni sorarsan kendimle baş başa kalmanın burukluğunu yaşıyorum. Öyleki beni görsen yüzün limon yalayan birini görmüşçesine ekşir. Tamam, yalnızlık ergenlere mahsustur ama hangi insan gençliğini özlemez ki? 
  Sıradan biriyim sıradan bir yaşantım ve maalesef sıradan bir gazoz kapağı açacağım var.  Değerli günlük; yazarlar, şairler, ressamlar ve oto tamircileri yani sanat erbabı hep anormal geçmişlere sahip, gençliğinde çile çekmiş olmak noktasında birleşirler. Sanırım bu çılgın insanlar mafyalaşmış ve sanatı kendi tekellerine almak husunda hepimizi salak yerine koyuyorlar. Salak yerine konmak, evet bu da sıradan insanların acılı geçmişidir sanki. Etiketlerle anılıp kamplara ayrılan her grup geri kalan amaçsızca dolaşan herkesi salak yerine koymak için bahaneler bulurlar. Ve bu bahaneler bu grupların isimleridir aynı zamanda: edebiyatçılar, siyasetçiler, sanayiciler ve oto tamircileri...
     Sayın günlük, anlıyor musun bilmem ama artık insanlara ideallerin onların IQ puanlarını artırmadığını söylemem gerekiyor. Çayımın demli son kısmını da höpürdetirken canımın bir şeyler söylemek istemesi, simitçilerin simitlerine garip sloganlar bulup çığırtkanlığa girişmeleri neviinden bir ihtiyaç oldu ve sen benim dilimin üstündeki duyu almaçları olacak gibi görünüyorsun...
       Saygılarla, elinden öperim...