21 Haziran 2012 Perşembe

o korkunç tedirginlik

   Değerli günlük; sıradaki şarkı benden serdar ortaç'a gelsin: http://www.youtube.com/watch?v=F1joremddOk&feature=related . Yaza damgasını vuracak bir olayın eşiğindeyim sayın günlük onun tedirginliğini yaşıyorum. Tedirgin olduğum, ufak bir kötü gitme ihtimalini göz ardı etmediğim aşağı yukarı her şey kötü gitti. Murphy'e selamlarımı ve saygılarımı sunarım.
    Her şey çok iyi giderken böyle içim sıkılırsa, kızgın yağlara atılmışım gibi yerimde duramamaya başlarsam anlarım ki ufaktan kıyametler kopacak, dünyada verebileceğim en çok değeri verdiğim 'rahat'ım kacacak demektir. Bu rahatım o denli kıymetlidir ki günümüz savaş teknolojisi bana 1200 lerde verilse dünyayı fethe filan kalkışmak yerine kendime korunaklı bir yer yapıp o teknolojiyle film filan çektirir aksiyon filmi ihtiyacımı karşılardım.
    Bu rahat kaçması durumlarını önceden tahmin etme yeteneğimi ilk olarak  okulun ilk gününde pek kıymetli sınıf öğretmenimiz konuşurken farkettim. Her şey güzel başlamıştı aslında. Okul önlüğü filan iğrenç şeyler olsalar da her gün aynı kıyafetle sonsuza kadar yaşayabilme eğilimime uygundu. İlk olarak okulun kantinine uğrayıp yoklayaraktan seçerekten cips almıştım ve içinden haliyle bedava çıkmıştı. Bedava cipsten de bedava çıkmıştı hatta. Okul öncesi o kadar iyiydi yani...
   Sonra sınıfa aldılar bizi. Elli kişilik, bir sıraya üç kişinin oturduğu sınıfımda tanımadığım ve tanımak isteyip istemediğimden emin olmadığım çocuklarla ilk şok dalgasına hazırlanmaya başladık. Zeliha hoca ile böylece karşılaşmış olduk. Gerçi 'hoca' yanlış oldu 'öörtmenim' daha doğru daha yerinde bir tabir olacak. İlkokul sonuçta.
     İyi birine benziyordu, öyleydi de ve ben hala mutluydum. Taa ki öörtmenimin 'Eveeet şimdilik bu kadar yeter, zaten çok vaktimiz olacak. Bundan sonra beşinci sınıfa kadar birlikteyiz' demesine kadar. Kimse bana bunun beş sene süreceğinden bahsetmemişti, ya da belki ben anlamamıştım.
     Bu bilgi zavallı bünyeme fazla gelmişti ve eve nasıl ulaştığımı ya da ağlayıp ağlamadığımı hatırlamıyorum. Annem ağlamadığımı söyledi ama ağlasam yerinde bir tepki olurdu. Sonradan üniversiteye kadar olan süreci öğrenince tedirginlikte ne kadar haklı olduğum ortaya çıkmıştı. O günden beridir sezgilerim şairleri kıskandırırcasına açıldı ve tabiri caizse köpekler gibi tehlike kokusu alabiliyorum. 'Tehlikenin farkında mısınız?' ayrıca.
    İşin kötüsü de sayın günlük; başıma gelecekleri görmeme rağmen her ortalama salak gibi o işleri yapmak zorunda hissetmem belki de zorunda  olmam. Ve bugün tedirginim, hem de ağır tedirginim. Ergen oğlu sevgilisinden ayrılmış modern babanınki kadar bedbaht bir tedirginlik. Sınıf maçında kendi kalesine gol atıp dayak yiyeceğini bilen sümüklü ilkokul çocuğununki gibisinden ve hatta  fenerbahçelilere sahte şampiyonluk müjdesi veren adamın yakalanma korkusu neviinden bir şey.
   Yine bu kadar tedirgin olduğum bir günün ertesinde rusya gürcistana girmişti. Yani sonucunda sadece ben zarar görmeyebiliyorum. Artık üçüncü dünya harbi mi çıkar yoksa dünyadaki tüm pop şarkıcıları birleşip tüm televizyon kanallarını mı satın alıp kral tv - flash tv karışımı bir şey mi yapar bilemem ama bir felakete hazır ol sayın günlük. Görüşürüz, yani inşallah. Hakkını helal et.

18 Haziran 2012 Pazartesi

muhayyel ülke

  Değerli günlük; herkes ilerdeki sevgilisinin hayalini kurarken çıkıntılık yapmak adına ben de hayalimdeki ülkeyi kurguladım.
   Ülkemde herkes güler yüzlü, mutlu filan olmayacak; aksine cümle ahali atarlı olmalı. Sırtını devlete dayamak zulüm addedilecek. Çünkü halk en ufak hatasını gördüğü memuru -ki bu devletin başındaki kişi de olabilir- rezil edecek, perişan edecek ve üstüne 'oğlum bak git' deyip sopayı kafasına indirecek ve bunları mecazen yapmayacak yeri geldiğinde.
    Eğer bir grup gösteri yapmakla kalmayıp ve üstüne taşkınlık yapıyorsa bunu önlemek bundan hoşlanmayan diğer gruplara düşecek, polisin görevi bu önlemenin dengeli olmasını ve çığrından çıkmamasını gözetmek olacak. Böylece kimse polise, polis de kimseye lüzumsuz karışamayacak.
   Esnaftan işini layıkıyla yapmayan varsa bunlar gazatelerde açıklanacak ve zabıtanın görevi tespitçilik olacaktır. -zabıtayı bile tespitçi twitter fenomeni yapacağız böyle giderse-
    Düello sistemini getirebiliriz. Ülke benim değil mi nitekim. Siyasi parti liderleri saçma sapan polemiklere girdiklerinde; baktılar olmayacak gibi ve seçmen de gaz veriyorsa -öp öp öp!- düelloya gidilecek. ttarena'da atlar ve uzun şövalye mızrağı hazırlanacak, üstünde parti amblemi olan metal zırhlar giyilecek ve iyi olan kazanacak. Bak bakalım sonra lüzumsuz polemiklerle gündem değiştirebiliyorlar mı?
    Askerlik mevzuunda ise madem doğuştan asker milletiz; isteyen bu yeteneği karşılığında para almak kaydıyla asker olsun. İstemeyenleri zorla tuvalet temizlettirecek, mıntıka temizliğine çıkaracak değilim ülkemde.
     Eğitim sistemine gelelim. İlk dört yıl zorunlu olsun. Okumayı filan öğrensin millet, hepten cahil kalmasın. Geri kalan isteğe bağlı ve ücretsiz olsun. Üniversiteler iş bulmak için okunmamalı. İş dünyası olduğu kadar çıraklık sistemiyle yürümeli. Sırf azıcık kibar olsun diye üniversite mezunu polise ihtiyacımız yok, anlatabiliyor muyum? Eski polisler kahveden toplanıp polis yapıldığı için işkence yapmıyordu, yöneticiler öyle uygun gördüğü için yapıyorlardı, Anadolu çocuğu bunu yemez nitekim.
    Üniversiteler gerçeğin ve bilimin peşinde olması lazım. Sadece bir iki tane olmalı ve sadece dahiler filan girebilmeli. Böylece gerizekalı profesörlerin televizyona çıkmasından kurtuluruz.
     Dış politikada atarlı olacağız. Mesela avrupa birliğine dair bir çifte standart varsa anında tavır koyacak ve ortam terk edilecek. Allah bilir ya şu anki dünya düzeni tek bir onurlu devletin varlığına dayanamayıp çöker ya da o devleti yok etmek zorunda kalır.
    Kapışırız yani sayın günlük. 'Başımıza savaş mı çıkaracaksınız' diyen paşalar yerine 'gelsinler gömelim' veya 'ooo nasıl koyduk' şeklinde 'bizden' paşalarımız olursa şövanizmin dibine bile vurabiliriz ama gerek yok. Bizim topraklar bize yeter, abartmayalım. Savaş kötüdür, ama onursuzluktan iyidir nitekim.
     İşte sayın günlük ana hatlarıyla böyle. Biraz zorlamayla delikanlı bir devlet kurdum sanki. Teşkilatçı milletiz evvelallah, blogda bile devlet kurdum işte. Saygılar.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Üniversite Sınavı Anıları

   Değerli günlük; bugün LYS denilen üniversite giriş sınavının ikinci basamağına girdim. İbretlik bir sınavdı. Dünya imtihan dünyası sonuçta.
   İngilizce sınavı öğleden sonra sonra olduğu için zamane gençlerinin düştüğü garibanlığa düşmeyip öğlene kadar uyudum. Ankara sıcaktı, Ankara zalımdı nitekim. Gazi hukuk fakültesine ucu ucuna ulaştım. Aileler, cümbüş, karmaşa ve hatta kaos hakimdi ortama. Lakin sınavdaşlarım benim gibi 'cool' takılıyorlardı. İngilizceden kim ölmüştü çünkü.
    Normalde sınavlara hobi olarak katıldığım için gayet neşeli, şen şakrak olurdum ve milletin benim halimi görüp kahrolmasını ağlamasını zırlamasını filan isterdim. YGS de oluyordu nitekim. Amma bu sınavda artizden geçilmiyordu. Herkes bi havalardaydı, uçuyordu, dünyalık hazların dibine vuruluyordu sanki. Anladım ki dil sınavları üniversite sınavına girenlerin yirmi lira karşılığında stres attığı, kendine geldiği, rahatladığı bir şeydi; candı, kankaydı, bro idi.
    İmtihan üniversitede olduğu için amfi gibisinden bir sınıfımız vardı. Büyüktü, sanırım 60 kişi filandık. Araya karışanları görmeyip yanlış saymadıysam sadece 7 erkek sınavdaştık, geri kalan cinsi latif taifedendi. Kızların dile yatkın olmalarından herhalde.
     Ankara'nın zannedersem orta hallinin üst kaymak tabakasının çoğunlukta olduğu insanlardı benim okulda sınava girenler. Erkekler kaprilerle t-shirtlerle ve uzun saçları ve rockçı bozması tiplerle oradaydılar. Zannedersem bir ben pantolon giymekteydim. Anadolu çocuğunun oradaki temsilcisiydim, öyle olmak zorunda kalmıştım. Rockçı ve hatta ucundan klasik müziğin dinleyicisi mazimi bu kutsal ideale kurban verip türkü ve arabesk karışımı bir moda büründüm. Hatta bi ara ipin ucu kaçıp arabesk-rap müziğe kayar bi ruh haline giriyordum ki yüce yaratıcıya sığındım, töğbe ettim, sınav vakti gelmese şükür namazına geçeyazacaktım. (-eyazmak ı cümle içinde kullandım edebiyat hocalarına selam olsun)
     Kız arkadaşlar ne giyinmişti dersen kendilerinin kıyafete pek iltifat etmediklerini ve natürel hallerine daha yakın olmak isteyen bir felsefi akımda olduklarını hatırlıyorum. Şöyle ki eğer onları Siirt gibisinden muhafazakar bir şehre götürsen Siirt'e kurbağa ve hatta taş yağacağı varsayılabilirdi. Tabii bugün kandil olduğu ve sınav esnasında Anadolu çocuğu olduğum için öyle görmüş olabilirim de. Neyse.
    Sınıftaki yedi erkekten benle birlikte altı kişide sakal vardı, yiğittik kahramandık. Diğeri de utanıp en yakın zamanda sakala bıyığa niyet etmiştir zannımca.
     Sınava başlamadan Anadolu çocukluğu ile solcu damarını harmanlayabileceğim aklıma geldi. Çıkışta 'ey kapitalizmin sömürdüğü genç yoldaşlar' diye başlayıp 'amerikan uşaklarının yaptığı sınavı oturma eylemiyle protesto etmeyelim mi?' diyerekten bu liseli zengin bozması gençlere üniversiteye girmeden siyasi eylem provası mı yaptırsaydım acaba diye düşündüm.
     Bir çoğunun zaten enerjisinin fazla zekasının kıt tayfadan olduğu belliydi ve öyle bir şey olsa atlayabilirlerdi. Ama sonuçta ben öyle bir insan mıyım? Olaysız dağıldık. Hepimiz bir tecrübe point daha kazanmıştık, huzurluyduk. Ankara da huzurluydu. Her yerde trafik vardı, shopping festival ayağına kandırılıp gelenler filan vardı. İşin ilginci Ankara'da alış veriş adına olağanüstü bir şey olmamasına rağmen bu kadar cıngar çıkarılması ve bir Allah'ın kulunun da 'kral çıplak hacıtlar' dememesiydi.
     Neyse günlük, kendine iyi bak. amin.
   

13 Haziran 2012 Çarşamba

pis gadın

   Değerli günlük; Ahmet Rasim'i bildin mi? Okumakla aramız le cola tadında olduğundan pek tanımıyoruz biz. Çağında okuma bilenlerce pek sevilse de kitaplarının günümüze kadar gelmesi şans galiba. Kendisi yazar. Ama şimdiki sosyal medya tespitçileri gibi. İkiyüzbin takipçisi olabilirmiş muhteremin.
     Babası erkenden göçtüğünden annesiyle  kadınlardan oluşan çevrede büyümüş. Ve kadınların etkisinde büyüyen her beyin sahibi gibi toplumu okuyabilme yeteneğine kavuşmuş. Çağdaşı yazarlar Osmanlı külhanbeyleri yahut Fransız kadınlar arasında ergenliklerini bitirdiklerinden tatsız tuzsuz (tuzsuz deli bekir'e selamlar) yazarlar olup çıkmışlar. Ya yersiz milliyetçi ya da batı yalakası tipler olup çıkmışlar yani sayın günlük.
    Herneyse ben de biraz kadınlar ne yapar ne eder diye gözlemledim seninle paylaşayım istedim.

not: deneylerdeki cinsi latif bireylere zarar verilmemiştir. onlar film hilesidir.

     Öncelikle iki tanıdık kadın alakasız bir yerde karşılaşmıssalar yüksek sesle gülerek 'ayy aysel' şeklinde abartılı hitaplarla yüzlerini gülümser şekle sokarlar. Bu simadaki gülme iması,  tapınak şövalyelerinin bulduklarını iddia ettikleri süleymanın hazinesinden daha muamma kıvrımlara sahiptir. İçinde nice hinlikler barındırır ki sormayın.
      Küçük çocukların 'benim babam senin babanı döver' kavgasını aslında erkek çocuklar yapar. Kız çocuklarsa içinde bu saçmalığı bir ömür boyunca taşıdığını zannediyorum. Nitekim her anne bir diğer annenin çocuğunun notunu sormakla mükelleftir. Onun çocuğu diğer çocuğu dövmelidir hımmm'dır evettir kesinlikle dövmelidir.
      Kıyafet önemlidir. Yavuz Sultan Selim'in Nemrut dağından İran ovalarına bakıp 'bütün buralar bizim olmalıdır' iştiyakıyla her kadın gözünün alabildiği tüm kadınların kıyafetlerine bakar. Başörtülü bir teyzenin saçını boyattığını anlayabilen psişik güçleri olan ablalardan bahsediyorum.
     En kötüsü kadınların dedikodu olayıdır. Abartıldığının misliyle doğrudur. 'Ama biz dedikodu yapmıyoruz,gerçeklerden bahsediyoruz' deyip -hepsi yapar, yapmayan bozuktur yetkili servisini arayın- sizi yerin dibine sokmaya çalışırlar. Çünkü ne haddinizedir ki onları suçlamışsınızdır. Eğer ortada biri için 'kötü kadın olmuş' söylentisi dolaşıyorsa %90 oranla bunu kadınlar yaymıştırlar. Kadın dayanışması yalandır,dolandır.
     Egosu kabarık olanlarsa hiç çekilmezler. Eşi vali olan bir kadının ne kadar iğrençleşebileceğini tahmin edemezsiniz. Orta düzeyli bir memurun eşindeyse alt düzeyli memurların eşlerini ezme durumu sözkonusudur.  Emniyet müdürü eşlerinin, o müdürün emri altıda çalışan memurların eşlerine neler çektirdiğini gözlerimle görmüş biriyim.
      Devlet bu son bahsettiğim tipleri tedavi etmek isterse MİT le ortak çalışıp fişleme yapabilirim. Vatansever bir insan olarak fişlemek boynumuzun borcudur. fişçilere selam olsun! (not: böyle biri olursam beni Allaha havale etmeden önce bir dövün)

8 Haziran 2012 Cuma

istanbul kibri

Değerli günlük; İstanbul'u bilir misin? Hangi birimiz bilmiyoruz ki, bilmek zorunda bırakılmıyoruz ki? Ülkemizin fiiliyatta başkenti sadece Ankara değil sayın günlük. İstanbul denen şehir doğuştan payitaht olduğundan, başka hiç bir şehre bu gücü tek başına yar etmez nitekim. Bu da ortaya saf bir kibir çıkarır. Arzedeyim:
Pek sevgili medya İstanbul dışında yaşayanları adam yerine koymaz. Hava durumları bu şehirde semt semt verilirken yüzölçümü olarak elli altmış ülkeden büyük olan Konya'nın sadece merkez değerleri verilir. Turizm amaçlı reklamlarda Türkiye İstanbul'dan ibarettir, koskoca beylikler, Selçuklu dönemi ve hatta Roma dönemi eserleri sanki Papua Yeni Gine'deymişcesine yer almaz sayın günlük. İstanbul'da yaşayıp aslen Erzurumlu olan bir milyon kadar kişi Erzurum'da kış olimpiyatları yapılana kadar Erzurum diye bir yerin varlığından bihaberdiler -şahitlerim var-.
Mersin'de elli kişinin öldüğü bir trafik kazası beş dakika televizyonda arzı endam ederken İstanbul'a kar yağdığında sokakta kayan çocuklar neşeli müzikler eşliğinde yirmi dakika gösterilir.
Bu şehirde yaşayanlar, üstünde yarım milisaniye dahi düşünmedikleri ve üstüne her gün küfrettikleri İstanbulu diğer her şehirden üstün tutarlar. Bıraksalar şehir devleti sistemine geri döneceklerdir sanki.
Ve Allah Aşkına, Marmara depremi denen belanın İstanbulda olacağının çığırtkanlıklarından gına gelmedi mi? Balıkesirli'nin Tekirdağlı'nın canı yok mu? Dün Tekirdağda deprem oldu tüm haber kanalları 'İstanbuldan da hissedilen ' şeklinde manşetlerle konuya girdiler. Ayıptır bea.
Sayın günlük İstanbul 1950 lere kadar halkın gözünde hala başkentti. Şairlerin bilim ve fikir adamlarının ilham aldığı şehirdi. Şimdiyse kalabalık bir şehir o kadar. Ha bir de ticari bir değeri var, parasındaysak işin...
Türkiyede aşağı yukarı her şehrin insanının belirgin bir karakteri vardır. Ankaralıların bile vardır. Lakin İstanbulda oturan birini tartarken aslen nereli olduğunu sorarlar. İnsanlarına bürünemeyen bir şehrin ruhu olamaz ve ruhu olmayan şehirlerin geleceği de yoktur. Bunu bir yere not et sayın günlük, demiştin dersin.
not: 'İstanbul beyefendileri var bir kere' derseniz ben de Sinop'ta bizonların olduğunu iddia ederim üzülürsünüz. saygılar.

7 Haziran 2012 Perşembe

çölde ıphone'la gezen deli mecnunun lüzumsuz sevdalısına

   Değerli günlük; seni selamlarla geçiştirilip çölde  ıphone'yla  gezinen mecnunun muhayyel sevdalısına dönüyorum. Ona iki çift sözüm olacak.
 
  Sevgili; sana muhtemelen paylaşılamayacak, insan acziyetinin sillesini yemiş hislerle geliyorum. Kalemler kağıt üzerinde cızırtılı seslerle ilerlerken sahte gamzeler suratlarda kaydıraktan kayarcasına beliriyor. Vicdandan bağımsız atan kalpler ve düşünceden kurtulmuş sözlerin valsini izlemekte gözler. Sevgili, insan acziyeti farkındalıktan geliyor. Kulakları duymayan kurbağa tümseğin tepesine binbir gayretle ulaşırken, doğuştan kör bir adam düşlerinde değnekle geziyor.
   Sevgili, yüzüne bakmaya doyamadığın dilberler yüzüne bakamayacak kadar dibe battılar. Kuşlar etraf güvende olduğunda öterler, belki de bu yüzden sevilirler. Fakat bu kuşların gözü kara, karanlığa kapıyı çalmadan dalıyorlar ve dilberlerin güzel tınılı seslerini bastırıyorlar. Sevgili, dünyada hiç bir kuş insana güven veremez oldu.
     Sevgili, sana yazacağım şiirlerin raf ömrünü tükettiler. Şiirler ahenkle kulağına akmalıydı fakat başka kalplere girmeden. İlkokul şiirleri, divan eserlerini göldeki balçıklar gibi dibe batırdılar. Hiç bir kaside gülüne çirkin seslerin tecavüze uğramadan ulaşamıyor.
    Sevgili, buseler daha zihinlere uğramadan iftiralara uğradılar, gönülden kopan sözler havadayken kirlendiler. Manalar sükut etti, kelimeler duvarlara çarpmaya başladılar. Onun için veda etmeyi basit yoldan kirlenmeye terkedeceğim, sağlıcakla kal.

  Bu şarkı da sana gelsin sayın günlük.Fiona abladan.

3 Haziran 2012 Pazar

sanat yorumculuğu rehberi


  Değerli günlük; sana maraştan bahsedecektim lakin aklımı fazla toparlayamadım, bir dahakine inşallah. Ne zamandır üstünde uğraştığım bir rehberi senlen paylaşayım: 10 dakikada sanat yorumu yapabilme teknikleri.
    Yorumunu yapacağımız adam Van Gogh olsun. Sabah çalışmaya giden köylüler konulu da bir toblosu var işte oradan yürüyeceğiz mübarek günlük. Adım adım anlatıyorum.
 
 1- İlk adımımız araştırma yapmak. Wikipedia'dır işte ne bileyim muhtelif sitelerden kimmiş bu adam diye bir bakmakla işe başlıyoruz. Nerede ne zaman doğduğu filan aklınızın bir köşesindeyken, garip özelliklere odaklanarak devam ediyoruz.

2- Van Gogh 'un az çatlak bir akıl hastası olduğunu, kulağını kestiğini, gönüllü olarak akıl hastanesine yattığını ve kafasına sıkıp iki gün sonra öldüğünü bir yere not edin. Cümlelerimizin sonunu bunlara bağlayacağız.

3- Araştırma yaptığımız siteleri gezerken göze çarpan sonu -ist, -izm şeklinde biten kelimeleri yargınızı oluşturan cümlelerin heryerine bolca yerleştirebilirsiniz.
4- Bakıyoruz ki bu adamın tablolarından 70 - 80 milyon dolara satılanlar var. Onlara bulaşmayın. Etkilemek isteyeceğimiz kişinin bunlarla ilgili show tv haberine denk gelip aydınlanmış olma ihtimali var zira.

5-Adamın doğduğu zaman diliminin karaktesistik özelliklerine bağlayabiliriz çünkü her zaman gideri olan bir yöntemdir.

6- Cümleleri toblodaki ayrıntıdan ressama, oradan zaman dilimine, zaman diliminden ressama, ressamdan toblodaki başka bir ayrıntıya ve final vuruşu olarak ayrıntıdan kendimize bağlıyoruz.

7- Bir önceki maddedeki mantıksızlıkları en sağlam olduğumuz noktaya yani kendimize bağlayarak olabildiğine gizlemeliyiz. Beş dakika Van Gogh konuşuyorsak yarım saat kadar kendimizden bahsetmeliyiz ki karşımızdaki kişinin beyni 'ne diyor lan bu' seviyesinden 'akşam yemeğe ne yapsam' seviyesine kaysın. Eee sayın günlük can boğazdan gelir.

8-Terimlere ve eski Türkçe ifadeler can simididir. Bulduk mu atlayalım.

9- Ses tonunuzu uçak pilotlarının yolculara hitap ettiği şeklinde muhafaza etmek lazım. Tonlama için şu adamı örnek olarak koyuyorum:
 not:çince altyazılısından buldum ki herkes anlasın, açıkta kalan bir nokta kalmasın.



 Örnek bir yorum yapayım müsadenle sayın günlük.

Sabah çalışmaya giden köylü çift




   '' Öhö öhö, hımm. Şimdi resimdeki objelerin duyular üstüne bir göndermesi var; nasıl mı? Mesela ne adamın ne kadının kulakları gözükmüyor. Bu nokta-i zaviyeden kendinin tek kulağının kesik olmasının eserine yansımasıdır diye düşünüyorum. Zaten 19. Yüzyılın sonu tüm sanat dalları için duyguların manifestosu niteliğinde değil midir? Ressam burada çağdaşları gibi empresyoniz akımını temsil etmiş sanki. Hmm. Aslında aydınlık ve güneşli bir günü açık renklerle kompozisyonuna katmış olmasına rağmen tablo kesin bir karamsarlık havasında değil mi azizim? Aynı insanlar gibi aynı benim gibi yani. Mutlu olmayı bilemiyorum tüm diğer insanlar gibi. Bu kuşlar, bu ağaçlar, parlak renkler benim ruh halimi etkilemiyor. Arayış içerisindeyim, aramalar bir sorunun cevabına müteakiptir ama ben hiç bir soruya cevap veremedim aziz dostum. ıdıdı vıdıdı vir vir vir''


    Eveet böyle sayın günlük. On dakikada kısa yoldan sanat yorumculuğu yapmanın yolunu örnekleriyle açıkladım. Bunu bir çok yerde kullanabiliriz. Karşı cinsi etkilemek adına da bir yoldur ama günümüz gençliğine  Ajdar'ın muzdan ne anladığını sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla ortaya koysan da bön bön bakacaklarını bilmelisin. Bunu entelcilik oynarken veya en basitinden derslerde kullanabilirsin. Edebiyat hocalarının çoğu bu tekniği yıllardır zaten kullanmakta, senin neyin eksin bea?



REKLAM:

  Malum ülke olarak petrol tüketicisiyiz. Paramız yabancıya gitmesin  diyorsanız , tanıdık bildik lpg arıyorsanız margaz tam sizin için. Bay Mar'ın katkılarıyla...

1 Haziran 2012 Cuma

osmaniye üzerine

   Değerli günlük; şu an buraya yazı yazarken bir yandan da televizyonda yalan dünya dizisini izliyorum. Orçun tayt giymiş filan. Sağlıklı bir yazı olmayabilir anlayacağın. Mevzu Emre Belözoğlu'nun atletico madride transferiydi ama yazarken 'napıyorum lan ben' diyerekten silkelenip kendime geldim.
    Toroslardan gülek boğazının el verdiği kadar geçip devasa rüzgar tribünlerine bakarak Osmaniyeye girdimdi geçenlerde. Aslen sakin (bkz: aslen istanbulda oturuyor olmak) bir insanım bilirsin sayın günlük. Fakat kendimi Ankaradan çıkan otobüste bulunca mazide kalan özgür kız reklamlarının aklıma gelmesiyle ürperdim, kendimi sorguladım. Herneyse.
     Anlatımı benden ve bizden çıkararak şehre yoğunlaştırayım istersen sayın günlük. Osmaniye eski ilçegillerden olduğundan öyle aman aman bir şehir değil. Hani bazı şehirler olur ikiyüz üçyüz yıldır şehirlerdir ama şu sıralar nüfusu azdır. İşte öyle değil. Konjoktürel bir canlılığı var; bu canlılık onu geleceğin köklü şehri yapacak belki, belki de geleceğin köyü.
      Osmaniye küçük bir yer. Ve bu küçüklükten nemalananlar var onları açıklamayacağım ama onlar sayesinde tüm şehri yürüyerek gezme imkanı bulduk sayın günlük. Kentsel dönüşüm -dönmek filan ne iğrenç kelimeler- sayesinde apartmanlar yükselmiş heryerde. Modern bir görünüm kazanmış demek suretiyle zırvalamak istemiyorum zira eski halini mi gördüm ulan?
     Osmaniye dağların eteğinde yeşillik bir şehir sayın günlük benim orada bulunduğum sıralarda hava mükemmeldi lakin normalini bilemeyeceğim. Lokantaları doğunun misafirperverliğini taşıyor hala. İstediğin yemeğin yanına salatasını, ezmesini, közlemesini eksik etmiyorlar. Masaya koyduğu sudan bile para almak derecesinde pislikleşen esnaflardan sonra mutlu olunuyor tabii.
      Şehrin övünç kaynağı ise 328 isimli avm. Günümüz gençliği işte...
      Osmaniye denilince akla Devlet Bahçeli gelir. Şehir siyasi açıdan kendisinin azıcık ucundan yıkılmış kalesi. Okuduğu okulun önündeki çeşmeden su içme imkanımız da oldu bu arada. Osmaniye denilince akla bir de bıyıklarının tüm şehirden göründüğü rivayet edilen Celalettin Cerrah gelebilir, oraya girmeyeceğim.
       İnsanı en azından benim gördüğüm kadarıyla Adananın aşırı atarlı halinden uzaktı, kendi halindeliğin hoşluğu hakimdi.
       Sayın günlük acizane aklımdaki bir iki izlenimi aktarıyorum; doğrudur vaya yanlıştır. -Takdiri kabzımallar loncası büyük üstadında.-



Bu arada beni mükemmelen misafir eden namlı diktatörlerden bay mar'a ve benim gibi mazlum kalan kapo beylere ve ailelerine selam eder tekrardan teşekkür ederim.