30 Mayıs 2012 Çarşamba

oğlum bak git

    Değerli günlük; kuşlar çok şey anlatır. Hani birisi iki üç kırıntı ekmek parçası görür de diğerleri onun etrafına üşüşür, hatta ağzındaki lokmaya tecavüz ederler. Bu ekmek kavgasının insan boyutu zaten malumun ben daha özele ineceğim müsadenle.
     Sosyal medya, facebook, twitter, sözlükler filan çok tutuldu. Reklam gelirleri televizyonu geçti gitti hatta. Televizyonlar kıskandı tabii durumu. Normalde internetten takip ettiğimiz komik videoları yayınlayan programlar yapmaya başladılar önce. Video paylaşımı için özel televizyonlar kuruldu Akıllı tv filan. Bunlar ihtiyaca yönelik zaten olan pastadan paylanmaya çalışıyorlardı. İş çirkinleşmeye Beyazdır işte ne bileyim Okan Bayülgendir filan bunların şov programlarına çıkartılan komik video kahramanlarıyla başladı.
    Sayın günlük dananın kuyruğu haberlerle koptu. Normalde televizyondan çeşitli bahanelerle -ideolojik, sosyolojik filanlar falanlar sebeplerle işte-  yayınlanmayan haberlerin twitterda sözlüklerde anında paylaşımı zaten haber programlarının güvenilirliğini etkilemişti. Şimdilerde ise önemli -kime göre önemliyse?- haber kıtlığında yayınlanan saçma sapan haberlerin arasına komik video kahramanlarını da sanki Türkiyenin tek derdi oymuş gibi eklemeye başladılar. Yazıklar olsun bea, bu ne kıskançlık!.
    Normal şartlar altında (NŞA) sosyal medyada yayınlanan video eğer çok nitelikliyse bir iki hafta, değilse iki üç güne gülünüp geçilirdi. -Lakinki öyle değildir- .Ama bu videonun akşam haberlerinde ülke çapında reklamının yapılması işin suyunu çıkarır sayın günlük ayağa düşürür.Yapmayın.

  Yahu sayın günlük tek derdimiz kürtaj mı oldu şimdi. Bu ne sazan.avi tarzı bir olaydır. Neyse yakında anlatırım onu da.

pic.twitter.com/jrmNqsfX
ve ağaya düşen bir şeyler vardır








 REKLAMLAR:

 Saçlarınız neden bir ömer çelakıl ne bileyim bir gandalf gibi olmasın. Blendaks üçü bir arada ile keyfi yudumlayın.
 
 


29 Mayıs 2012 Salı

savaşma, çay demle


   Değerli günlük; günümü gün etmekle meşgulken, davulların sesi uzaktan hoş gelmeye devam ediyor. Sana anlatacak çok şey birikiyor fakat biriken hiç bir şey anlatma iştiyakı oluşturmuyor. Herneyse...
   Sayın günlük, yeni gelen yılların bana en büyük zararı çayın parayla satılması olmuştur. Yine yeni bir hamle olan turizmin pohpohlamasıyla misafirperver olduğumuzu zannederken ne kadar pislikleştiğimizi anladım. Şu ülkede nereye gidersen git hangi kapıyı çalarsan çal eğer seni misafir olarak görüyorlarsa çay ikram ederler. Samimiyet filan farketmez. Öyle gerektirir ev sahibi olabilmenin
ritüelleri.
    Öz yurdunda parya olma durumları burada başlıyor işte. Çarşıda gezerken yorulup bir yere oturmak gerektiğinde orada bulunmanı meşrulaştırmak için çay alman gerekiyor. Eskiden bir yere oturduğunda gönlünü hoş tutmak için getirilen aynı çaydan bahsediyorum. Menüdeki en ucuz şey olduğu için içiliyor hatta buruk tadı katlanılması gereken bir şey haline geliyor. Değerlerimizin ucuzlaştırılması sayın günlük...
    Hem hiç bir şey ikram olduğu zamanki kadar değerli olmuyor sanki.




 not: başlıktaki söz bana ait değildir. 'bir yerden almıştım ama' cümlegillerdendir.




19 Mayıs 2012 Cumartesi

Ada üzerine

   Değerli günlük; bildiğin üzere küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz. Merak etme recep ivedik'e bağlamayacağım, benimki nefs davası. Her dünya insanı gibi ben de kendi çapımda yabancı kültürlerin etkisi altına giriyorum. Ama bunda seçici davrandım. Türkiye'de mis gibi Demet Akalın varken Beyonce dinlemedim sayın günlük. Güzelin peşinde koştum acizane.
   İşin ilginci kendi kültürümden daha ziyade etkilenebildiğim şeyler hep adadan çıktı. Britanya'dan. İnsan kendi kültüründen etkilenmeye daha meyillidir ama ben ürünlerden bahsediyorum. Bizimkiler ortaya bir şey koydular da takip etmedik mi? Fetih 1453 lere gidip iki saatimi (kaç saattiyse artık)  zehir etmedim mi? Olmuyor lakin.
   Ne var bu adada diyeceksin, entellektüel görünmek için (doğruya doğru şimdi) yazarlardan başlayayım. Bernard Shaw mesela. İrlandalı. -İrlandalılar candır bu arada.- . Vicdanlı bir yazar. Kara Kız adlı kitabında dini sorgularken İslam ve peygamberimiz hakkında korkusuz ve pervasızca tespitler yapmıştır:
  ''Muhammed gibi bir insan modern dünyanın yöneticiliğini üzerine alacak olsa, dünyaya çok muhtaç olduğu barış ve mutluluğa kavuşturacak şekilde sorunları çözmeyi başarır. Ben şayanı hayret bir şahsiyet olan Muhammedi tetkik ettim. Benim düşünceme göre O'nu insanlığın kurtarıcısı olarak tanımak lazımdır. 20. Yüzyılın bitmesinden evvel bütün Britanya imparatorluğunun Muhammed dinini kabul edeceğini sanıyorum''
     George Orwell, 1984 romanıyla bilirsin günlük. Dünyanın ne kadar berbat bir yer olduğunu fütüristik bir kurguyla anlatabilmiştir ki helal olsundur.
     Daha yazar var tabii de abartmamak lazım. Beyaz Perdeye geçelim. Sherlock Holmes belki de yazılmış ve yazılabilecek en iyi polisiyedir. Sir Arthur Conan Doyle yazmıştır eseri ve II. Abdülhamid'in de bu yazarı İstanbul'a davet ettiği söylenmekteymiş. Dizisi de filmi de kitabı da muhteşemdir nitekim.
     Film demişken darbenin büyüğünü sona sakladım sayın günlük: Braveheart... Anlatmaya lüzum yok zaten.
   Müzik demişkene Celtic ve Kelt müziğin ayrı bir yeri vardır. Muhteşemdir, huzur vericidir ve alır götürür sayın günlük. Tüm dünyanın müziği bir yana o bir yanadır. İrlandalılar ve İskoçların müziğidir. Bu iki halk fazla karışmamış ari ırklardır, neşeli ve dünya milletlerine lanet etmememi sağlayan milletlerdir.
    U2'dan bahsetmeye ihtiyaç hissetmiyorum sayın günlük zaten biliniyor. The Corrs'tan bahsedeyim. İrlandalı (zaten başka nereli olacaktı?) dört kardeşin oluşturduğu bir grup. İsmi ailenin soyadından geliyor. İrlanda ezgileri ile modern müzik yapıyorlar. Elbette beni cezbeden yerel ezgileri ve pek güzel bir kızımız olan solisti Andrea Corr. Bu noktada U2 ve The Corrs düeti de benim için ayrı bi mana ifade ediyor sayın günlük.




Summer Wine zaten kendinden muhteşem bir şarkı ama bu düet ile de ayrı bir güzel sanki:

 
    Braveheart'ın o muhteşem müziğini yapan kişiyi anmadan bitirmeyeyim. Enya'da İrlandalıdır sayın günlük. Kelt müziğini dünyaya duyuran kişidir. Müzikle uğraşan ailenin müzikle uğraşan kardeşlerinden biridir. Bu aileler bu gruplar ve bu kadınlar bizim maçlarda stadlara gidip taraftarlık başlığı altında küfreden hatun kişilerimiz yanında o kadar değerlidir o kadar naiftir ki elde olmadan o kültürün ürettiklerini tercih etme durumunda kalıyorum.
   
   Loreena McKennitt'i unuttum sanma. Kanada vatandaşı olsa da İrlandalı'dır. Bizim Candan Erçetin'in Caddelerde Rüzgar şarkısının melodisi de olmak üzere muhteşem müzikler yapmıştır sayın günlük.
  http://www.youtube.com/watch?v=4QpRCK1IbiE . 
    
  Sayın günlük, insanlar seni farklı yapan şeyleri seni ezmek için kullanmakta ilk çağlardan beri pek mahirdir. (mahire selamlar) 'Pis batı hayranı lililili' şeklinde düşünenleri onun için mazur görmek gerekir. Zira Anadolu çocuğu olduğunu iddia eden arkadaşlar iyi olmaktan çok uzak türkülerin ve arabesk eserlerin peşinde kültürlerini yaşamaktalar. Bir kısmı da apaçi olmuştur ya neyse. Herkesin elindeki kendine sayın günlük hadi görüşürüz.

18 Mayıs 2012 Cuma

hoş bir seda

  Değerli günlük; sana ülkemizde yapılmış en iyi belgesellerden birinden bahsedeyim.
   Hala televizyon izlediğim zamanlarda kanallarda gezinmekle meşguldüm. Tv 8 de sarışın bir kız çölün ortasında garip davranışlarıyla bir kanaldan diğerine atlamam için gereken 3.5 saniyelik sürede dikkatimi çekmeyi başardı. İlk başlarda oryantalist bir amerikan filmi zannetmiştim sonraları ise kadının çekiciliği üzerinden yapılan bir tanıtım filmi. Ama hayır, sarışın kız o kadar mantıklı cümleler kuruyordu ve her yönü ile ortaya koymanın gereklerini yerine getiriyordu ki...
   100 IQ lu biri olarak benden daha zeki bir sarışının ekranlarda olduğunu bilmek iyi hissettirdi tabii günlük. Belgesel demiştim ama o neşe -ancak sarışın güzel bir kızın yaratacağı- televizyondan taşan bir mahiyet arz etmekteydi. Yanlış anlama sayın günlük, sunucunun kadınsılığından değil neşesinden bahsediyorum.
   Herhangi bir ideolojinin peşinde olmayarak, ülkelerin önemli noktalarının belgeselciliğin sınırları içinde kalınarak anlatıldığı, sosyolojik gözlemlerin - evet tahta, zoruna mı gitti- de bulunduğu ve izledikçe eğlenebildiğin ender bir program sayın günlük. Gülhan'ın Galaksi Rehberi'nden bahsediyorum.
   Gülhan hanım -ne bu ciddiyetse artık- dünya tatlısı bir insan olmakla beraber işin ehli de aynı zamanda. Komedi Dizisi olarak boy gösteren yapımların %98 inden daha mizahi, belgesel olarak yayınlanan ideoloji içerikli yapımların yüzde bilmem kaçından daha rasyonel bir program hazırlamış kendileri.
    Herneyse sayın günlük takdir etmek, değerini bilmek önemli şeyler bunlar. Ondan bahsetme ihtiyacı hissettim. Amaca dönük yazılara karşıyım lakin ne yaparsın işte .

ahanda link:  http://www.gulhansen.net/ 
 

17 Mayıs 2012 Perşembe

develer tellal, pireler apaçi berberi iken

   Değerli günlük; bu yazımı nazarımızın dokunduğu Bangladeş halkına ithaf ediyorum. Bundan dört beş sene evvel (ihtiyar mode:on) valide hanım bana dünyanın en mutlu halkının Bangladeş halkı olduğunu fakirliğe rağmen kardeş kardeş yaşadıklarını filan söylemişti para saadet ilişkisine gönderme yaparaktan. Harbiden de öyleymiş. Mişli geçmiş zamandan da anlayacağın üzere nazarımın değdiğine hükmettim. Şu sıralar kendilerinin başı selden, depremden, hastalıktan filan kurtulmuyor, üzülüyorum.
-Evet biliyorum sayın günlük, koskoca ülkeye nazar değdirebileceğime inanmak narsizm belirtisi olabilir.-
    Sayın günlük, fenerbahçenin kupa almasıyla tabular yıkılıyor falanda konu o değil. İlk defa bir maç izledikten sonra top oynayasım geldi, hani karate filminin gaza getirdiği seksenlerin insanı gibi oldum. Kardeşimi de alarak mahallenin 12 yaş ortalamalı toprak saha maçına dahil oldum. Anladım ki analar ne guizalar doğuruyormuş -ccc guiza reyiz ccc- . Maçta atılamayan gollerin hemen hemen hepsi kendime ait olması mahalledeki 'abi' sıfatıma darbe vuracağı endişesiyle bir süre sonra kaleye geçmeye karar verdim. Sonuçta ufak çocuklar -ki topa saatte 30-40 km hızla vuramayacaklarını umduğum veletlerdi- bana gol falan atamazlardı, yani ben öyle ummuştum.(yanlış zamanlamayla çıkıp gol yiyen Rüştü mode: on). Lakin sayın günlük hayatta her şey istediğin gibi olmuyormuş... (üç noktanın şerrinden O'na sığınmak icap eder)
     Neyseki çay höpürdetmenin rahatlığı evde beni bekliyordu ve bu kriz de teğet geçti, çok şükür. Höpürdetilen şeyler iyidir candır. ( bkz: nargile, yarılanmış orta şekerli Türk kahvesi.)
  

15 Mayıs 2012 Salı

futbol-para-para babası üçlemesine karşı manifesto

   Değerli günlük; sana bi türlü anlayamadığım bir hususu ilkokul çocuğunun sınıfta soruyu tek çözen kişi olması iştiyakıyla anlatacağım.
    Futbolunun marka değeri olayı... wtf diyerekten hayretimi dile getirmek isterdim ya neyse. İnsanlar büyük takımların formalarını kupa bardaklarını falanını filanını alıyorlar ve bu yüzlerinde askerlikten tezkeresini almış garibanın vatani görevinin bitmesinin yarattığı kıvrımları yaratıyor. Takımlarını desteklemiş oluyorlarmış, futbolumuzun kalitesi artmış oluyormuş filan işte.
    Sayın günlük biz on yıl önce kriz atlatmış milletiz ya nedense bu israf olayından kurtulamadık. Sayın günlük, bir forma asgari ücretin dörtte biri filan. Dini açıdan israfın haram olmasıyla dindar insanların forma olayından sıyrılmaları gerektiğine fetva vereyim artık.
    Rasyonel olarak bakıldığında taraftar takımın başarısına direk etki etmiyor. Yani galatasaray milyonlarca taraftara sahip olmasa da şampiyon olurdu, para ve güç meselesi. Taraftar ise yolunacak kaz olmakta sayın günlük. Bursaspor veya Akhisarspor  eğer fenerbahçe kadar paraya ve başkanları gibi arkası sağlam insanlara sahip olsalar şampiyon olurlardı, oluyorlar da bazen.
    Tabii şurası var ki futbolda başarı şampiyonluk değil para kazanma mevzuudur sayın günlük. Bundandır şikeler, bundandır futbol zenginleri. Taraftarlar eğer taraftarlık hislerini borçlu oldukları delikanlı duruşu azıcık fakir fukara hakkı gözetme de gösterselerdi veya çocuklarının hakkını futboldan para kazanan zengin şerefsiz insanlara kazandırmaktan vazgeçselerdi çok temiz maçlar görebilirdik sanki.
    Şurayı düzelteyim, insanlar futboldan para kazandığı için şerefsiz olmaz. Ama silah satıcıları savaş çıkarması nasıl lanetlenecek bir durumsa futboldan zengin olmak da öyle bir şeydir sayın günlük.
    Allah aşkınıza kuzum(yeşilçam mode:on), topa vurabilme yeteneği milyon dolar eder mi, bu nasıl bir ilizyondur nasıl bir göz boyamadır yahu? Altı ayını bir gümüşü işlemede kullanan telkari ustası 200 liraya sattığı emeğiyle topa vurup milyon liralar alan topçuyu bir karşılaştırın artık. Mal mısınız arkadaşım, gerizekalı mı bu insanlar sayın günlük?
   Maç izlerim ben sayın günlük, zevkli olduğu için, vakit geçirttiği için. Çakma forma da alırım, hani takımın renkleri filan diye, takımımı mal mal savunurum da safımız belli olsun diye lakin sanatçı olamam efendiler. Yanlış bağladım sanki ama neyse...
    Fanatizmi mantığa bağlayalım sayın günlük. Madem futbola gönül verdik, oyuncular, teknik direktörler, kulüp başkanları beş kuruş para almasınlar. Baklavasına turnuvalar düzenlesinler, maç izlemek bedava olsun, maç sonrası futbolcular sokak sanatçıları gibi mendil açıp emeklerinin karşılığını toplasınlar tribünden. Bak bakalım günlük şu günkü maçlardan yüz kat daha tatlı maçlar yaşanmayacak mı?
    Şimdi diyeceksin ki sayın günlük avrupa futbolundan kopmayalım sonra, hem öyle olunca nasıl rekabet edeceğiz onlarla? İlkokul hocası geyiğiyle bağlayayım: avrupalı camdan atlasa sen de mi atlayacaksın be çocuk?

Üç noktanın anlattığı

    Değerli günlük; sakince şırıldayan ırmağın ortasında yarısı suyun içinde yarısı dışında bir taşın boş vermişliği ile seni pek umursamıyordum, doğruya doğru şimdi... O değilde bu sonu üç nokta ile biten cümleler hep bir yetersizliğin ifadesidir ve yetersizlik bağımlılık yapar. İlkokulda -gerçi artık hangi 4 yıl ilkokul oldu bilmiyorum ama- Türkçe ders kitaplarının üç noktayı anlatan bölümlerine 'yüksek derecede bağımlılık yapar.' yazmalılar.
    Sayın günlük, tarih ideolojilerin yere çizdiği çizgileri bugs buny çizgi filmindeki gibi geçmemeye özen gösterir. Onun için nasıl bir millet olduğumuzu matbu metinlerden öğrenmeye kalkarsak tarih kitapları kadar saçmalamış oluruz. Fakat kendi iç hislerime bakarak göçebe bir millet olduğumuzu söyleyebilirim. Toprağı kutsallaştırdığımız yalandır,zırvadır. En ateşli vatanperverlik yıllarında bile misakı milliden nice tavizler verilmemiş miydi sayın günlük.
    Kendi vatanında parya edilen bir millet haliyle şimdiki yüzyılda bile göçebe olur. 'Erzurumluyuz dadaşız' deyip İstanbul'dan çıkmamış insanlardan bahsediyorum günlük, vatan doyduğun yerdir bizim için. Bilmem kaç yüzyıldır aynı coğrafyada yaşayan Çinliler gibi değiliz anlayacağın. Yanlış anlama bu kötü bir şey değil, bir cihangirlik özelliğidir. Gözümüzün gördüğü tüm topraklar bizim olmalıdır anlayışının sirayetidir, dünyaya sığamamadır. Ve onun için bugün Anadolu topraklarıyla sınırlı alanın bize kutsal olarak gösterilmesi haincedir, misaki millinin mukaddesiliğinin vurgusunun ilkokuldan beri kafamıza sokulmak istenmesi 'uslu uslu oturtulmak istenmemizdendir.
    Gene yanlış anlayabilir ve bu yazdıklarımı şovenizme yorabilirsin sayın günlük, hayır. Bunları Dedemin İnsanları filminin etkisinde yazıyorum sana. Mübadele saçmalığının yarattığı acılar için yazıyorum bi yerde. Türklüğün bizi Anadoluya hapsedilme aracı olarak kullanılmasını o kadar iyi anlatmıştır ki filmde Çağan Irmak. Girit'teki Türkler, Anadoludaki Rumlar spot ışıklarını üzerlerine çekmişler ve komşuları, gerçek insanları elbirliğiyle gömmüşler.
   Herneyse öfke zararlıdır sayın günlük, ancak suni öfke zararlıdır. Gerçek insanların, yani sokakta nefes alan, çarşıda sizi gördüğünde selam veren insanın öfkesi zararlı değildir gereklidir. İdeolojilerin ve gaza getirilmelerin insan yığınlarıysa, neyse... (evet gene üç nokta sayın günlük)

9 Mayıs 2012 Çarşamba

düşünmek ve akla gelen şeyin yanılgısı

  Değerli günlük; hayatımı ruh beden ikililiğinden yönetmediğimi farkettim. Ben ve sanal diğer benler sözkonusu. İşin garibi çevremde çok ender rastlıyorum benliğine hakim olan insanlara. En basit reaksiyonumuz bile maymun iştahlı bir taklit, öğrenme ürünü bile değil. Hani, sürüklenecek rüzgar olmasa bile alışkanlıklarımızdan bağımsız bir çapamız yok ki sabit duralım.
   Zannediyorum düşünmenin özerk halinin zevki cezbediciliğini kaybetmiş. Mahremiyet beynin kıvrımlarının, anayol kavşaklarındaki kazaların kapalı devre kamera sistemleriyle haber bültenlerine konu olması gibi aciz kalmış. Düşünceler üretiliyor ve üretmek zevk veriyor belki ama müridler kendi sığlığının ellerini öpmeye başlamışlar ve hocalar... Hayır hocalar pek yoklar artık. Ağzından çıkacak her söz çılgınca bir kıskançlıkla beyne kazınabilecek insanlar yerlerini öğrencilerini yine öğrencilerin gelecekleriyle tehdit eden savaş makinelerine bırakmışlar. Üç beş kitap karıştıran birinin yüzüne bakmayacağı tipler yani...
     Sayın günlük; bilginin çoğalması ve kolay erişilir olması, hazzın çoğalması ve dokunanın yanması gözümü münevverlere çevirdi. Ama sayın günlük, baktığım her yer basit el fenerleriyle dolu. Noluyor, ne bitiyor demeden gidici bir ara neslin üyesi olmaktan korkuyorum. Yaşlanınca torunların canını sıkacak anılar yerine onlarla çocuklaşıp akıllı telefonlar aracılığıyla komik videolar gönderen garip bir nesil. Asımın torunu Berkecan'ın nesli anlatabiliyor muyum? Ve belki ancak Haçlı seferlerini ve Moğal istilasını yaşarken beylikler arası kardeş kavgasını da aynı anda yaşayan Selçuklu Türkmen'inin ızdırabıyla kıyaslanabilecek bir acı yaşayan, daha doğrusu yaşayamayan sanal kaygılardan gerçek sivilceler pörtleten bir nesil.
     Neyse çaylar geldi, okey taşı masaya vuruldu, sigara içmenin yasak olduğunu ifade eden tablo sigara dumanıyla görünmez oldu, bir garip adam Yunus Emre'yi sigaya çekti, ve çaydan ilk yudum höpürdetildi...

2 Mayıs 2012 Çarşamba

yürümek hazmı kolaylaştırır

   Muhterem günlük; 'al da at' dedirtecek muz ortalar açılırken, paralar top peşinde koşturuyor. Biz milletçe hatta dünya halkları olarak sporcunun ahlaksız ve pislik olanını seviyoruz. Hatta bu kalıba sporcular harcinde olabildiğince adam sokuyoruz. Biz insanların salih huylu olanlarını garipseyen, onun öyle olduğuna inanamayarak iftralarla o yola sokma gayesindeki ciğeri beş para etmez dünya insanlarıyız.
    Herneyse günlük, içimi döküp günah çıkarma işlemine son vermem lazım artık. Eskiden anlatılırdı, Avrupa'da aşırı zenginler, yemek yemekten şiştikleri halde henüz tadamadıkları çeşitleri de taam edebilmek için kusarlarmış ve öylece yemeğe devam ederlermiş. Günah çıkarma da böyle bir şey herhalde;günah banyosu yapılan kiliseler, el sürülen Hacerül Esved insanların yeni günahlara yer açmak için vicdanlarındakileri kusmaları gibi değil mi?
     Ha bir de yürümek hazmı kolaylaştırır günlük. Mayısın birinde insanların yürümesi bundandır sanki. Aktivizm ruhsal ve zihinsel durgunluğun fiziksel enerjiyle dengelenmesidir, beyin takımı koltuğuna kurulur ve aktivistleri yemler,onlar da şişer ve yürürler.